TR|EN
Actual Content
Steelorbis
Depreme Dayanıklı Binalar
Newsletter
Tevfik Seno Arda Lisesi
Publications > Çelik Yapılar
Sayı: 53 - Kasım 2017

Söyleşi




PIN Mimarları: Salih Küçüktuna ve Fikret Sungay “Çeliğin Belki Adı Değişecek!”



Sözü olan iki mimarımızla gerçekleştirdik bu sayının söyleşisini: Salih Küçüktuna ve Fikret Sungay. Gökhan Avcıoğlu Mimarlık ve sonrasında Uras Dilekçi Mimarlık’ta devam eden çalışmalarının ardından, kendi ofisleri PIN’i kuran mimarlarımız, yıllar içinde edindikleri çelik yapılar deneyimlerinden yola çıkarak, sektör adına fazlasıyla cesaretli ve samimi görüşler paylaştılar dergi okurlarımızla. “Çeliğin bugünün insanının yarattığı hız ve hareketle uyuşan bir tarafı var” sözü, sektörümüz açısından iyi değerlendirilmesi gereken bir uyarı. Ve tabii yazının başlığına çıkardığımız “Çeliğin Belki Adı Değişecek” de…
Sözü olan iki mimarımızla gerçekleştirdik bu sayının söyleşisini: Salih Küçüktuna ve Fikret Sungay. Gökhan Avcıoğlu Mimarlık ve sonrasında Uras Dilekçi Mimarlık’ta devam eden çalışmalarının ardından, kendi ofisleri PIN’i kuran mimarlarımız, yıllar içinde edindikleri çelik yapılar deneyimlerinden yola çıkarak, sektör adına fazlasıyla cesaretli ve samimi görüşler paylaştılar dergi okurlarımızla. “Çeliğin bugünün insanının yarattığı hız ve hareketle uyuşan bir tarafı var” sözü, sektörümüz açısından iyi değerlendirilmesi gereken bir uyarı. Ve tabii yazının başlığına çıkardığımız “Çeliğin Belki Adı Değişecek” de…



İlk çelik yapı projeleriyle nerede tanıştınız,okulda mı, çalışma hayatında mı?

Fikret SUNGAY: Aslında biz Salih ile 1996’dan beri beraber çalışıyoruz.

İlk başta Gökhan Avcıoğlu ofisinde birlikte çalıştık. Orada Yalova Elyaf yapısının projesini yaptık. Bu proje ile çelikle tanıştık diyebiliriz. Sonrasında çeliği diğer alanlarda da kullandık. Mesela Mülkiyeliler Birliği’nin Gazometre binalarında. Diğer birçok projede çelik bolca yer aldı. Caddebostan’da apartmanlarda kullandık. 90’ların sonunda yapılmış ilk modern apartmanlardı.

 

Okul yıllarınızda olmadı mı çelik yapı tanışıklığı?

Fikret SUNGAY: Ben kendi adıma pek yoktu diyebilirim. Bizlerin tüm mimari bilgisi okul sonrasında oluştu aslında. Okul bir hamurdu, tüm konulardaki bilgi siz onlarla ilgileniyorsanız, alıp toparlayıp getiriyoruz.

Üniversite aslında biraz da böyle, diğer eğitimler gibi değil. Siz onun içinden ne çekip alıyorsanız o kalıyor. Biz de meslek hayatımızda Gökhan Avcıoğlu ile başladığımız zaman orası bize bir okul oldu. Buradaki projelerle piştik öğrendik sonra da üzerine kendimiz ekledik, bugünlere getirdik. Ardından ölçekler büyümeye başladı, en son Uras Dilekçi Mimarlık kapanmadan önce Avcılar Hilton Doubletree’yi yaptık. Bu o döneme kadar yaptığımız en büyük çelik yapı projesi oldu.

 

Salih KÜÇÜKTUNA: Benim ilk çelikle tanışmam Gökhan Avcıoğlu ile çalışırken Mülkiyeliler Birliği Sosyal Tesisleri projesiyle oldu. Hem tescilli bir yapı hem de içinde bolca çelik işleri vardı. Onun devamında zaten Gökhan Avcıoğlu ile epey bir çelik projesinde olduk. Okulda da ben çelik projeleri yaptım. Aslında hep iki malzemeyi çok kullandım, bir tanesi brüt beton, diğeri de çelik. Bizim de şu anda aslında PIN olarak üzerinde kafa yorduğumuz, bu iki malzeme. Fikret’in bahsettiği projelerin üzerine Uras Dilekçi ofisindeki birçok çelik yapı projesinden sonra şimdi bizim danışmanlık ve tasarım ortaklığı ile gerçekleştirdiğimiz Türkiye’nin ilk yüksek katlı çelik yapılarından İzmir Bayraklı’da yüksek katlı bir çelik yapımız var. Çelik bir bina yapıyorsanız farklı bir şey söylemesi gerekiyor diye düşünüyoruz. Biraz daha inovatif de olmalı. Tasarımını biz yaptık, Dome Mimarlık proje müellifi, biz onlarla tasarım ortağıyız ve böyle ortak çalışmaları çok seviyoruz. Bunun gibi birçok ofislerle farklı projelerde ortaklaşa çalışmalar yapıyoruz. Üniversitelerle de yapıyoruz ama bu Bayraklı’daki yapı enteresan bir proje oldu. Günümüz mimari özelliklerini yansıtan ilginç bir yapı. Bir ikinci yaklaşımımız da şu: PIN’i kurduğumuzdan beri tasarladığımız kamu yapıları var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yapıyoruz ve doğal kaynakları en az tüketen, temelleri olmayan, geri dönüştürüldüğünde yüzde 90’ın üzerinde geri dönüşümü olacak şekilde tasarlanmış yapılar istiyorlar. Bu yapıların özellikleri sürdürülebilir olmaları, Leed, Gold gibi bir takım hedefler var. Kamu yararına yapılan yapılar, düşük bütçeli ama detayları iyi çözülmüş mimarı yapılar bunlar. İstanbul özelinde çok yoğun konut bölgeleri var, özellikle de Anadolu yakasında, o demografik yapıyı da dikkat ederseniz çok fazla genç nüfus var, spor yapacağı bir takım alanlara ihtiyaçları var, bu alanlara da cevap verebilecek yapılar ama aaalesef dolgu alanına yapılıyor. 20 civarında bizim çalıştığımız yapı var böyle. Ölçekleri de bisiklet kulübünden tutun yüzme havuzuna kadar farklı farklı. 10 - 12 km’lik sahil şeridi boyunca yapılacaklar, Bostancı’dan Tuzla’ya kadar. Uygulama projeleri dahil tarafımızdan yapıldı bitti ve çelik tasarlandı.




Bu yapılar ihaleye çelik olarak mı çıktı?

Salih KÜÇÜKTUNA: Evet, çelik olarak çıktı ihale. Yani niyetler hedefler çok iyi. PIN’den de istediler. Biz çağdaş hatta bir miktar da avangarda kayan projeler yapıyoruz daha çok, bizimle bu projeleri ürettiler bundan dolayı da çok memnunuz. Çok da nitelikli yapılar çıktı ortaya, sıradan yapılar değil ve hepsinin bir takım özellikleri var.

Fikret SUNGAY: Kaldırıldıkları zaman temel izleri kalmasın istiyorlar. Tabii deprem bölgesinde ve dolgu zemin üzerinde olduğu için görece daha hafif yapılar bunlar.

 

Ağır kurallarıyla heves kırıyor mu kamuya tasarım yapmak?

Fikret SUNGAY: Hayır kırmıyor, aslında tam tersine sizi başka bir yere yönlendiriyor. Başka bir zorlukla karşılaşıyorsunuz ve onu çözmeye çalışıyorsunuz. Çözdüğünüz konu şu: Bunu ne kadar basit tasarlayabiliriz ki, sahada bunu uygulayacak olan yılmasın ya da değiştirmeye çalışmasın. Ne kadar kolay da yapılıyormuş diye algılasın. O zaman da ne diyecek, çok iyi ve kolay bir malzemeymiş. Ama siz zorluğuyla sunarsanız, “Ne kadar çektim ben bu işten, bir daha da yapmam” diyecek.

Salih KÜÇÜKTUNA: Bir de kamuya proje yapmanın güzel tarafı şu: Gerçekten kamu yararına, ticari olmayan bir iş üretiyorsunuz, bu da bizim motivasyonumuzu o anlamda arttırıyor. Yaptığımız çoğu projeler yatırımcıya odaklı işler ve hep kazanç üzerine. Hepsi değil tabii, mesela konut projelerinde insanlar içinde yaşayacak ve öyle olunca aradaki birebir ilişkiyi çok daha dürüst kuruyorsunuz. Kamu yapılarında da bu dürüstlük var. Gerçekten oraya gelecek yeni jenerasyon orayı kullanacak, gençlerin o yapıdan faydalanmasını sağlıyorsunuz. Yoksa kamu yapılarından çok büyük kazançlar elde edilmediğini herkes de biliyor, rayiçlerin ne kadar düşük olduğu biliniyor ama öyle bir katma değeri var, tasarımınız geniş kitlelerle buluşuyor.

 

Az önce daha çok brüt beton ve çelik malzemenin tasarımlarınızda öne çıktığını ifade ettiniz. Çeliğin önemi nedir sizler için?

Salih KÜÇÜKTUNA: Brüt beton ve çeliğe yönelmemizin nedeni çok daha dürüst yapılar. Malzemeyi çok daha efektif kullandığımız yapılar bunlar ve özellikle çeliğin uygulamadaki kolaylığı, detayları, mimarla yapının üretimi arasındaki bir takım dezavantajları ortadan kaldırıyor. Hata yapılması pek mümkün değil. O yüzden de sonuçta sizin önerdiğiniz proje birebir yerinde uygulanırken çok fazla değişikliğe uğrama riskini ortadan kaldırıyor. Çeliğin kendine has özellikleri olduğu için onun avantajlarını da kullanıyor. Hem hızlı üretiliyor hem de ilerde söküldüğünde ihtiyaç olursa geriye kalanı kimseyi rahatsız etmiyor, tekrardan geri dönüştürülebiliyor. Yüzde 90 - 94 oranında geri dönüşümü mümkün. Bunların araştırmalarını da biz kamudaki yetkililere verdik, belediyeye yaptığımız projede. Çelik kullandığımızda görece maliyeti yüksek gibi görünse de şu anda Türkiye’de bunu yapabilecek mühendislik ofisleri, üretebilecek atölyeler, bir takım detayları için malzeme sağlayıcılar, bunların hepsi artık var. Dünya çok küçüldü, yapılarda kesitler çok daha küçülüyor, yapılar çok daha insani ölçeğe iniyor. Çeliğin diğer malzemelerle aralarındaki uyum çok iyi. Isı, korozyon gibi dertler vardı onlar çözüldü. Çelik yapıda sadece bugün tecrübeli olan ofisler biraz daha güvenli bir alanda ilerlerken, tecrübesi olmayan ofisler biraz daha uzak duruyor.Böyle bir önyargı var.

 

Fikret SUNGAY: Hilton Doubletree’de kullanımımız çok çarpıcı oldu. Deplasmanları olan bir yapıda kullandık ve orada uyuyorsunuz, yani salınım hissetmediğiniz yapıda. Aslında çok zorladık, konutlarda bile çok az kullanılırken biz daha cesur bir şekilde, yüksek katlı bir yapıda yer verdik. Yapı birden fazla fonksiyonu içerecekti, stok alanı, hastane veya otel olarak gibi başladı. Şimdi o ölçekte bir yapı yapıyorsunuz, ülkenin ekonomik koşullarına göre yapıyı şekillendirebilmeniz lazım. Stok alanı olarak kullanılacaktı, 16 katlıydı sonra otele dönme kararı alındı yatırımcı tarafından, biz çekirdekleri ve aksları tasarlarken otel ya da hastane olabilme durumunu da göz önünde bulundurarak tasarladık. Asansör olan yer çekirdek olacaktı, diğer akslarda odalara uygundu. Orada kalanlar çeliğe dokunabilsinler diye çelikleri açıkta bıraktık. Taşıyıcı yapıya dokunabilsinler istedik. Yangın emniyeti gerektirmeyen bütün elemanları açıkta bıraktırdık.

 

Belli ki sizlerde çok çelik yapı öyküsü var. Tam da bu noktada sizler kadar çelik yapıyı deneyimlemeyen mimarlarımız ne düşünerek uzak duruyorlardır sizce diye sormak isteriz. Söyleşi yaptığımız mimarların hepsine bu soruyu soruyoruz ve farklı yanıtlar çıkıyor ortaya, sizce nedir bu yakınlaşmamanın nedenleri?

Fikret SUNGAY: Proje emeği çok fazla çeliğin. Çelik mimari ile ilgili bilgi birikiminizin çok iyi olması gerekiyor. “Çok” olması değil, “Çok iyi” olması gerekiyor. Bütün o ısı köprülerine, yangına ve konfor şartlarına uygun şekilde ve bunu ince kesitlerle çözebilmeniz gerekiyor. Aynı şekilde çalıştığınız statik grubun da buna yatkın olması gerekiyor. Birçok statik grupla çalıştık, çeliği bilmeyenler tam deli bağlar gibi bağlıyorlardı. O zaman çeliğin inceliğini kullanamıyorsunuz, bağlantı noktalarının zarifliğini açığa çıkaramıyorsunuz, yapı kendi elemanlarıyla beraber denetlenemiyor. Mimari grup da eğer detaylara hakim değilse, ki envai çeşit detay var, bunlara hakim değilse sonuçta en kolayına geri dönüyor, yani betonarmeye. Karşınıza gelen şey: süre- adam saat.

 

Pahalı mıdır çelik yapı projesi diğer projelerinize göre?

Fikret SUNGAY: Pahalı değildir aynıdır ama bilmiyorsanız ofise pahalı gelir. Konuyu bilmiyorsanız yapamazsınız zaten. Çelik olunca bu kadar keskin bir ayırım var. Bir de yapısal çelikte bence ara ölçekte üretici kolay bulunmuyor. Çok iyi gruplar var, bu grupların çok iyi atölyeleri var, kompleks işleri çok rahat çıkartabiliyorlar ama işin ölçeği ufaldığı zaman bu büyük gruba cazip gelmiyor. Dolayısıyla bu işi yapacak küçük imalatçı bulmanız lazım, bu küçük imalatçının da bilgi birikiminin iyi olması gerekiyor. İşte bu küçüklerin sayıları çok az Türkiye’de. Dolayısıyla yerel bir usta yapıyor veya betonarme inşaat yapan bir müteahhit yapıyor, o da olsa olsa böyledir diye yapıyor. Ara ölçekteki imalatçı desteği son derece sınırlı. En son Milano’da Expo Pavyonu yaptık, o çelik yapıdır, sayısal üretimi burada yapıldı ama gümrük koşulları yüzünden üretim İtalya’da, 4 ayrı köyde gerçekleştirildi. Sayısal bilgi Türkiye’den gitti, orada ona uygun imalat yapıldı.

Salih KÜÇÜKTUNA: Çeliğin avantajı ekstrem yapılarda ortaya çıkıyor. Şimdi burada bir işi yaptıracak kişinin, yatırımcının ne için bu işi yaptırdığıyla ilgili bir takım sorgulamaları olması gerek. Neyi hedefliyor tam olarak. Mimari grubun da cesur olması ve ikna etmesi gerekiyor, bu da bilgiyle olabiliyor ancak. İkincisi Fikret’in bahsettiği üreticilerin doğru zamanlarda, doğru ölçeklerde işe girmesi gerek. Bugün büyük çelik atölyelerin çoğunun birincil işi inşaat değil, ilgi alanı o değil, yani başka sektörlere hizmet verirken iş gelirse bu sektöre de hizmet veriyorlar. Tank üretiyor, rüzgar kuleleri üretiyor bu iyi bir şey aslında, kötü bir şey değil ama o orta ölçekli inşaat konusuna çok hakim olmadıkları için ya o konulara giremiyorlar ya da girdikleri zaman daha zahmetli ve pahalı çözümler üretiliyor. Çelik yapalım dediğinizde kimle yapalım, nasıl yapacaksınız diye sorular gelmeye başlayınca olay birden betonarmeye ya da hibrit yapılara, yarı çelik yarı betonarme yapılara dönüyor. İlla ölçekle de alakalı değil bu bir deneyim meselesi. Mimarın da mühendisle birlikte iyi biz çözüm üretmesi önemli. İyi tasarım, iyi bir üretim sonuçta keyifli bir yapı ortaya çıkartıyor ve bir deneyime dönüşüyor. Biz yapısal çeliği seviyoruz, böyle meydan okumaları, çelik unsurları ve çeliği de gizlemiyoruz, çelik yapının özelliğini gösteriyoruz.

 

Fikret SUNGAY: Ne kadar büyük bir yapı yaptığınızla ya da küçük yaptığınızla alakalı değil, bu malzeme bu ofisin bir parçası mıdır, parçasıdır diye bakılmalı.

Salih KÜÇÜKTUNA: Bir afet için çalıştığımız yapılar var bir de göçmenler için yapımız var. Bu yapıların hepsi de çelik. Küçük ölçekli yapılar ama yine aynı, temeli olmayan, sökülebilir, karbon ayak izi olmayan hızlı ve kullanıcının çok fazla desteğe ihtiyaç duymayacağı yapılar. Hatta hafif çelikle yapılabilen, kutu profille kurulabilecek yapılar. Bir takım lojistik avantajları var, küçük ölçekli ve çok kompakt yapılar olduğu için hacimsel avantajları var. Kolayca lokalde bulunabilinen, siparişle getirteceğiniz değil de hemen bulabileceğiniz malzemelerle, herhangi bir tedarikçiden kolaylıkla alınabilecek hafif kutu profillerle gerçekleştirilebilen yapılar bunlar.

 

Türkiye’deki Yapısal Çelik Sektörünün malzemeden başlayarak, boyasına, civatasına, atölyelerine kadar tüm oyuncuları , tasarım fikirlerinde destek oluyorlar mı yeteri kadar sizlere? Sektör firmalarıyla tanışıklığınız nasıldır?

Fikret SUNGAY: Yerli üreticilerin profillerini biliyoruz ama soğuduk. Kesitlerdeki o radyuslar, profillerin çekimden sonraki ebatlarındaki limitler, bunlardan dolayı aslında soğuduk ve ithal profillere de alıştık.

O HA’lara, HB’lere, Kare kesitlere alıştık ve bunları sevdik. Dolayısıyla bunları kullanmayı tercih ediyoruz. Çünkü çelik görsel bir eleman, lezzeti olan bir eleman, onu da sergileyebilmek için tabii ona göre profilleri seçmemiz gerekiyor. Biz de ithal malzemeye yöneldik dolayısıyla. Hem ince kesit kullanabiliyorsun ithalde, hem de performansları iyi. Açıkta bıraktığınızda da lezzeti çıkıyor ortaya. Bütün sektörler kendini geliştiriyor, proje ofisleri kendini geliştiriyor, eski düzen yok. Yani biz bunu üretiyoruz, elimizde bu var, bunu alacaksınız gibi bir düzen yok artık. Burada bulamıyorsanız başka yerde buluyorsunuz. Avcılar’daki otel için bir yıl öncesinden çelik malzeme alımları yapıldı, çelik fiyatları yükseldiği zaman bile etkilenilmedi. Bu tür stratejilerle artık projeler ucuzlamaya başladı. Elimizde ne varmışla gidilmiyor. Masadaki kâğıt üzerinde tasarımda zaten birçok şey planlanıyor, üreticinin de buna dahil olması lazım. Yabancı üretici nasıl dahil oluyor, mimari ofisleri ziyaret ederek, onları dinleyerek dahil oluyor. Yerli bir çelik üreticisi bizlere bugüne kadar daha gelmedi. Yerli üreticileri tanımayız bile, orada kime telefon açıp bilgi alabileceğimizi bilmeyiz. Ama yabancı bir firmadan kimi arayacağımızı biliriz, tanırız. Mimari grupların yanlarında duruyorlar, her türlü desteğe açıklar ve veriyorlar. Böyle bir destek alabiliyorsanız ve ürün de iyiyse o zaman neyin çabasını sarf edeceksiniz? Geri kalan kısmı fiyat ve o da yüklenicinin takdirinde.

 

Mesela boya ile ilgili olarak da böyle midir durum?

Fikret SUNGAY: Yerlide yok ama biz Jotun ile 2006’dan beri dirsek teması çalışıyoruz.

Uras Dilekçi ofisinde Uras Dilekçi adı altında iki boya geliştirdik. “Uras Dilekçi Gri” ve “Uras Dilekçi Kahverengi”. Bu boyalar otelde de kullanıldı. Çok ArGe yaptık, BuYaka’da da kullandık. 3 ay ofiste oturduk çalıştık beraber. Yerli üretici bununla ilgili gelmiyor. Yerli üretici geliyor ama ürünümü tanıtayım diye geliyor. Ama diğer firma gelirken, “Ben size ne yapabilirim?” diye geliyor. Dolayısıyla siz büyük bir kuruluşa ArGe yaptırıp boya geliştiriyorsunuz. Sonuçta istediğiniz verimi artırabiliyorsunuz. Yani kimden bu konforu alıyorsanız onunla devam ediyorsunuz. Yabancı kuruluşlarda bu kültür daha fazla, yerli üreticiler çok daha ağır bir yapı. O yapı içinde de satışa yönelik ya da proje bazında mimarlarla görüşüyor olmak çok düşündükleri bir konu değil herhalde.

 

Aslında düşünüyorlar, biz dernekte yaptığımız toplantılarda gıyabınızda bunları konuşuyoruz. Ama yeteri kadar iletişim sağlanamamış gibi duruyor…

Salih KÜÇÜKTUNA: Aslında üreticilerimiz üretiyor, hatta bizim bu bahsettiğimiz sektördeki orta ölçekli atölyeler de belki Avrupa’da olduğu kadar vardır şu anda Türkiye’de de. Sanayi sitelerine falan gidin çok inanılmaz atölyeler var, bunların neredeyse yarısı yurt dışına çalışıyor ama ilgileri bizlere fazla değil. Kazançları yurt içinde iyi olmadığını düşünerek belki motivasyonlarını yönlendirmiyorlar.

Büyük firmalar mesela Jotun kendi kodları olan bir kuruluş, onun için de küçük ofis, büyük ofis gibi bir ayrım çok yapmıyor.

Potansiyeli olan bir takım ofislerle projeler geliştirerek dirsek temasında oluyor ve bu aslında karşılıklı bir şey yaratıyor, katma değer üretiyor. Yerli üreticilerin, ki bazılarını biliyorum, onun ürününü o ölçekte kullandığınız zaman ilgisini çekiyorsunuz.

Belki biz PIN olarak onların dikkatini çekecek ölçeklere gelmemiş olabiliriz, onun için de bizleri önceki tecrübelerimizden tanıyorlar. PIN’in tasarımları göz önüne çıkmaya başladı ve birden bire bu ilgi arttı mesela. Bizde bir ilerleme yapabilecek potansiyel gördükleri için dikkatlerini çekiyor, halbuki öyle olmaması gerekiyor. Yani eğer biraz inovasyon varsa içinizde, karşılıklı iletişim kurulabilir. Mesela Kardemir bizimle ne yapabiliri düşünmeden gelebilir, aslında bu eğitimin bir parçası. Bize gelmiyorsa üniversiteye gitsin ama üniversitenin sadece mühendislik alanlarına değil mimarlık alanlarına da gelsinler. Yani oralardan başlarsanız bu çelik kültürünü Türkiye’de geliştirirsiniz. Ben burada zaten çok büyük ölçekli bir yapı yapıyorum, bir takım tasarımsal durumlarla bunun olmazsa olmazı çelikse o zaman fazla bir gelişim olmuyor. İşte o sadece bir üretim oluyor. Burada öyle bir takım dezavantajlar var ama yani bu ilişkileri kurmak, geliştirmek çok önemli. Bu da ticari bir fayda üzerinden kurgulamakla da olacak iş değil. Bugün sizin burada olma çabanızla birebir ilişkili bir şey bu. Neden buradasınız geçmişteki işlerimizi biliyorsunuz, PIN olarak devam eden potansiyelimizi görüyorsunuz, belki bu görünürlüğü arttırıyorsunuz ve biz de sizden bir şeyler öğreniyoruz. Siz de bu söyleşiyi yazıyorsunuz ve insanlar arasında bir network gelişiyor.




Çelik adına konuşabilecek çok birikim var sizde çünkü.

Fikret SUNGAY: Her ölçekte kullanıyoruz biz çeliği. Heykelde de kullanıyoruz, Expo’da da kullanıyoruz, o dertlendiğimiz temelsiz küçük ölçekli yapılarda da kullanıyoruz. Oradaki kullanım amacı şu: Bir arsa alıyorsunuz üzerine bir konut yapıyorsunuz dönemsel kullanıyorsunuz sonra ilerde o konuttan kurtulmak istiyorsunuz. Dolayısıyla arsanın maliyeti konutun maliyeti üzerine sizin elde etmek istediğiniz kazancı koyup bu işten çıkmaya çalışıyorsunuz. Bu devasa bir balon haline dönüşüyor. Daha küçük bir arsa alın üzerine temelsiz bir yapı kurun, hafif ve ekonomik, 3- 4 yıl kullanın sonrasında gitmek istediğinizde arsayı satın, üzerine koyduğunuz yapıyı taşıyın, parçalayın, dönüştürün ya da bırakın. Üzerinize bir yük almadan devam edin. Yani malzemenin hafifliğini, kolaylığını yaşatmak amacımız. Bu amaçla biz bu yapıları çelik tasarladık. Çelik bu tür düşüncelere çok iyi karşılık veren bir malzeme. Kendimiz için de kullanmak istiyoruz yakında.

 

Konteynır evler de var gördüğümüz kadarıyla.

Salih KÜÇÜKTUNA: O başka bir şey. Onda, o malzemenin görselliğini beğenenler oluyor, konteynır havasının dış görselliğini beğenenler. Konteynır zaten konut olarak kullanmak için tasarlanmış bir eleman değil, onun içini konfor şartlarına kavuşturmak için çok katmanlaşma gerekiyor. İzolasyonlar, nem bariyerleri vesaire. Onunla başlamıştık ama sonra onu yapmak yerine neden biz hafif çelikle, kutu profillerle sıfırdan başka bir şey yapmayalıma geldik ve öyle de devam ediyoruz.

 

Mimarlığın basının kültür sanat sayfalarından çıkıp emlak sayfalarında yer almasına bir serzenişinizi okumuştum. Bu neden önemlidir mimarlar için biraz anlatabilir misiniz? Bu konu çelik yapıların estetik değerinin ortaya çıkması açısından da önemli çünkü.

Salih KÜÇÜKTUNA: Bu benim bloğumdaki ilk yazılarımdan biriydi. 90’larda bir akım oldu, Dünya’da ileri teknoloji mimarlığı gibi Richard Rogers’in yaptığı örnekler vardır mesela, başka da çok güzel örnekler oldu. Yapının üretim şekli, o detaylardaki lezzet birçok mimarı aslında çok etkiledi. Çelik gerçekten çok estetik bir malzeme sadece estetik olmasının dışında formun gücünü de çok iyi gösterebilen de bir malzeme. Bizim tasarımlarımızın aslında emlak sayfalarına dönmesinin nedeni mimarlığın pazarlanan bir şey haline gelmesiyle başladı. Büyük müteahhitler mimar üzerinden pazarlayarak bu işi yapıyor artık. Buradan ek bir fayda elde etme peşine düştüler. Mimarlık popüler oldu gibi görünüyor ama mimar popüler olmadı aslında. Mimar da, tasarımı da popüler olmadı. Sadece o ürünün kendisi bir marka olarak ortaya çıkarıldı. “Tasarım” diye bir algı yaratıldı ve bu da bence totalde kaliteyi çok düşürdü. Mimarlığı çok fazla günlük koşturmanın içine çekti. Bir takım mimarlık ofisleri, özellikle bundan çok rahatsızlık duyup çok da zorlandılar. Hem entegrasyon anlamında hem de profesyonel anlamda zorlanıldı. Bizlerin derdi aslen iyi mimarlık yapmak, iyi mimarlığı yapıyı yaparak ortaya çıkarmak ve buradaki süreçler gerçekten çok zor. Bizden mimarlık isteyen insanlara şunu anlatmaya çalışıyoruz: “Bizden proje mi istiyorsunuz? Bizden mimarlık mı istiyorsunuz?” İkisi arasında çok büyük fark var. Bu soruyu soruyoruz ve anlıyoruz ki söylediğimizin arasında ne fark var çoğunluk bilmiyor. Onun için de emlak dünyasında yayınlanan şeylerin çoğu aslında sizden proje alınması gerektiğini pompalayan bir algı yaratıyor. Oysa mimar öyle bir şey değil. Sizin hayatınıza katma değer üreten, yaşam alanınıza yeni bir deneyim kazandıran, hayatınıza bir şey ekleyebilme kabiliyeti, potansiyeli olan insanlar. Dolayısıyla biz birazcık yaptığımız bütün yapılarda, kendimizi zorlayarak, teknolojiyi kullanarak, detayları rafine ederek aslında kendi kodlarımızı oluşturuyoruz. Kendimize ait mimarimizi oluşturmaya çalışıyoruz. Bu da çok zahmetli, ekstradan çaba sarf etmek gerekiyor. Sadece siz değil, üreticinin de sizinle aynı heyecanı duyması gerekiyor. Totalinde bundan gelecek riskleri yatırımcının ya da müşterinin göğüslemesi gerekiyor. Sonunda da her tarafın mutlu olduğu bir kurgu ortaya çıkıyor. Zor bir yol ama biz bu yoldan gidiyoruz.

 

Çevresel tasarım ve farklı disiplinlerle çalışmak gibi algılıyorum ben PIN’in tasarım anlayışını, doğru mudur? Ve PIN’de çelik yapılar adına neler bekleyebiliriz? Bu ofise yeniden tekrar gelmek ve çelikle ilgili gelişmelerinizi takip etmek isteriz biz de.

Fikret SUNGAY: Her geldiğinizde yeni farklı projelerle şaşırabilirsiniz. Şu anda iş birliği anlamında TVBu stüdyosu tasarlıyoruz, spor kanalının televizyon stüdyosunu.

Şimdi Salih’in söyledikleri burada da geçerli, tasarım için mi geliyorlar, proje için mi geliyorlar? Önceleri ihtiyaç için çözmüşler ve ellerindeki mevcut kullanımdan da memnun değiller. Hazır stüdyo taşınırken bu sefer de tasarıma yönelelim diyorlar. Yaklaşık 15 kişilik katılımlarla toplantılar yapıyoruz, bizim haricimizde hemen herkesin görüşü kullanıma yönelik. Biz de diyoruz ki, beraberimizde diğer disiplinlere, danışmanlara ihtiyaç var. Bunu ifade etmek için üç toplantı geçirdik. Görüntü yönetmenine ihtiyaç var, ışık teknisyenine, aydınlatma danışmanına ihtiyaç var. Birçok alanda beraber çalışacak uzmana ihtiyaç var. Biz bu ihtiyaçları karşılattık ve iyi bir ekip kurduk ama bu bile epey bir sure geçirtti bize. Proje sureci kadar sadece bunun oluşumunu sağlamaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla burada da çelik olacak. Biz yapıları hafifletmek derdindeyiz.

Tüm üretimi de hafifletmek derdindeyiz. Türkiye’de beton döküyoruz, ağır çelikleri koyuyoruz, ağır yapılar yapıyoruz ve bu yapıların içindeki elemanlar iri iri elemanlar. Bunları ne kadar hafifletebiliriz, daha ne kadar kolay hale gelebilir, bu projeyi kâğıt üzerinde yapıyorsunuz, bunu sahaya göndereceksiniz oradaki ekipte daha önce bunu iki kişi yapmış olacak, alt kadro hiç bilmiyor olacak, bunlar yolladığınızın montajını yapacaklar ve eser karşınıza çıkacak. Aslında bu hayal yani. Biz bunu kâğıt üzerinde ne kadar basitleştirebilirize gidiyoruz. Bahsettiğimiz sahildeki spor yapılarında bu tümüyle çözüldü. Kamuya bir proje verdik ama kamuya veriyorsunuz o ihaleye çıkıyor sonra başka departmana devrediliyor iş, sonunda yapıyı bir daha sahada karşılaşırsanız şanslısınız. Sizin kontrol etme şansınız yok artık. Dolayısıyla biz de tüm bilgi birikimimizi kâğıt üzerinde bunun için kullandık. O kadar basit hale getirelim ki, kim yaparsa olsun, kolaylıkla yapabilsin.

Salih KÜÇÜKTUNA: 21. yüzyılda çok aktif bir çağa girdik, çok hızlı akıyor her şey ve bu yaşama cevap veren bir malzemedir çelik. Bu konteynır meselesinde konteynırın verdiği endüstriyel hava bir hareket hissi yaratıyor insanlarda bunun bir dinamizmi var ve o yüzden oraya bir ilgi var. İşte biz bu ilgiyi doğru yerlere odaklamaya çalışıyoruz. Konteynırın kendisine değil arkasındaki fikre odaklayıp oradan bir şey üretmeye çalışıyoruz. Çelik burada çıplak ve performansa dayalı çözülmüş ve sonunda da çıkan tasarımın kendisi güzel. Bu da mimara heyecan verici bir alan. Çeliğin bugünün insanının yarattığı hız ve hareketle uyuşan bir tarafı var

 

Dünya’da ve Türkiye’de çelik yapılar adına sizi kimler etkiliyor?

Salih KÜÇÜKTUNA: Ben zamanında Kanyon’un inşaat sırasındaki o çeyrek küresinin strüktüründen çok etkilenmiştim ama daha sonra bütün o strüktür kompozitlerle kaplandı. Sonuçta siz iyi bir şey yapıyorsunuz çelik adına ama göstermiyorsunuz, kompozit panellerle üstü kapatılıp gidiyor. Oysa çok ciddi bir küre ve konsol var orada. Ahmet Alataş’ın işlerini çok beğeniyorum. Detaylar git gide gelişiyor o da iyi bir şey.

Fikret SUNGAY: Volgograd Arena Stadyumu çatısı var, çok hızlı da yapıldı. Çatıyı yukarıya kaldırırken kablolarla açıyorlar ve tamamen çatı yukarıya oturuyor. Müthiş ince kesitler. Mesela son zamanlarda Jean Nuovel’in müze yapısı var, büyük bir çelik örtü Abu Dabi’deki, hem bir gölgeleme elamanı olarak kullanılıyor, hem de tüm çatı formu taşınıyor. Büyük bir örtü bu ve altında birçok yapı içeriyor. Arap mimarisindeki o sokaklar, geçişler var altında, müze üzerinde devasa bir çelik yapı.

Salih KÜÇÜKTUNA: Son dönemlerde beni fikir olarak acayip heyecanlandıran Google’ın Kanada’daki ofis projesi. Dev vinçlere bağlanmış robotlar var. Bu dev robotlarla devasa bir çatı örüyorlar. Proje bu ve bu bir akıl dönüşümü. Bu tamamen bizlerin üretim şeklini değiştirebilecek bir yaklaşım. Bu robotlarla yapılan çalışmaların sonuçlarını zaten biz yakından takip ediyoruz.

 

Bir yerde mimarlar teknolojiyi geriden takip ediyor diyorsunuz fakat sizde 3 D yazıcılarla ilk tanışan ofislerden birisiniz galiba.

Salih KÜÇÜKTUNA: Biz çok verimli kullanmaya çalışıyoruz. Çok sayıda da yazıcılarımız var, sürekli de kullanıyoruz ama diğer taraftan da bu yeni üretim teknolojilerine de çok ilgi duyuyoruz. 9 yıldır üniversitede stüdyo dersleri de veriyoruz, daha önce Yıldız Teknik Üniversitesi’nde başladık şimdi Bilgi Üniversitesi’nde devam ediyoruz. İşin akademik yanından da kopmuyoruz. Bir yandan dijital üretim tarafında da varız. Şimdi Google bu yapısı yakın gelecekte mimarın üretim şeklini tamamen değiştirebilecek ilginç bir gelişme, bundan tüm mimarlık etkilenecek.

 

Kayıtsız kalamayacak mı tasarım dünyası?

Salih KÜÇÜKTUNA: Zaten şu an kalamıyor. Şimdi bu üretim teknolojileri ofislerin içine girdi. Eskiden bunlar tamamen ofis dışında idi. CNC’ler, 3 boyutlu yazıcılar, bir takım lazer kesiciler, mimari ofislerin içine girdi. Eskiden küçük maket atölyeleri vardı, büyük olanları da vardı ama daha geleneksel yöntemlerle üretiliyordu, şimdi ofislerin içine bu teknolojilerin dahil olduğunu, yeni bir maket kültürünün geliştiğini, bunun “kendin yap” fikrini genişlettiğini ve yeni jenerasyonun bu yeni eğitim sistemi ile ilerlediğini görüyoruz. Bunlar da çelik yapılarla ilgili üretim alanına en yakın konular aslında. Tamamen sayısallaşmış üretim zincirinden bahsediyoruz. “Dijital Süreklilik” de deniyor buna. Bizim expo yapımız güzel bir örnek bu alanda, tamamen bilgisayarda hazırlanmış bir şeyin birebir sahada üreticiye, arada birçok insan olmadan ulaşması. Mimarın ofisinden direkt üreticiye giderek yapının üretilmesini yaratıyor.

 

 

Bundan sonrasında neler beklenebilir. Çelik Yapılarda, nereye doğru gider, nasıl bir vizyon bekliyorsunuz sizler?

Fikret SUNGAY: Bence çeliği o 60’lar, 70’ler, daha da eskide var olan, o alışageldiğimiz I’lar, U’lar bu kesitlerle görmekten ziyade, şuraya gideceğini düşünüyorum, aramızda da tartışıyoruz bazen bunu, yapı sektörü haricindeki diğer sektörlerdeki kabuk malzemeler, yapıyı oluşturan ana kabuk çeper malzemelerin inşaatta daha çok kullanılacağını düşünüyorum. Otomotiv, uçak gibi diğer sektörler aslında çözümler üretiyorlar. Dolayısıyla buralardaki alışkanlıklar bizlere de sirayet edecek. Belirli bir form ve malzemeye saplanmayıp, tüm bu profiller, kesitlerden kurtulup başka bir yerde nasıl kullanabilirizi yapmak lazım. Bu dayanımlı bir malzeme evet ama yine ne olarak kullanıyoruz, çubuk eleman olarak kullanıyoruz birçok yerde. Bundan kurtulup başka bir şey haline dönüştürmeye ihtiyacımız var. Aslında erittiğiniz bir madde, sonra onu belirli formlara sokuyorsunuz ki, betonarme bildiğiniz kesitlere karşılık olarak farklı kesitler üretiyorsunuz. Ama malzeme doğada öyle çıkmıyor, onu eritip siz başka bir forma sokuyorsunuz. Eee erittikten sonra neden aynı forma sokalım hep, bambaşka bir yerlere getirelim. Otomotiv ve diğer tüm ulaşım sektörleri buraya doğru gitti, farklı formlarda kullanıyorlar, siz en fazla bunlar gidiyor diye hala bunları üretiyorsunuz. Siz neyi bekliyorsunuz? Abu Dabi’deki vermeye çalıştığım örnek oydu, daha da büyük ama alışageldiğiniz formda değil. Volgograd Arena’da kutu kesitler var geri kalan hepsi kablo.

 

Salih KÜÇÜKTUNA: Şekil değiştiği gibi kimyası da değişiyor artık. Nano teknoloji var boyalarımıza kadar girdi. Yüzey kaplamasındaki bu kompozit üretimler, kompozit malzemeler dünyasında son 10 yılda bence muazzam bir gelişim yaşandı. Bu dünyada kaynakların kullanımı ile ilgili savaş var. Çelikte nasıl bir savaş olduğunu biliyorsunuz, o yüzden de bu kaynaklar meselesine alternatifli malzeme üretmek gerekiyor. Amerika’nın en büyük boru üreticisinin ürettiği 20 - 30 sene önceki bisikletler çok iyi bisikletlerdi ama bugün o borular artık hiçbir bisiklette yok çünkü demir gövde bisiklet yok, çok daha inovatif malzemelerden üretilenler var. 3 boyutlu yazıcılarda üretilen metal bir bisikllet gövdesinin aynı malzeme ile, aynı metalle üretilmiş bisiklet gövdesinden daha hafif, daha mukavemetli olduğu ortaya çıktı. Çelik yapılarda da böyle bir değişim var, daha ince kesitler, daha az malzeme, kalıp imalatı işin içinden çıkıyor gibi birçok üretim ve teknolojisi gelişiyor. Belki de çeliğin adı değişecek diyorum ben.


Çelik Yapılar - Sayı: 53 - Kasım 2017



© 2014 - Turkish Constructional Steelwork Associaton