Yazı:
Jeoloji Yük. Müh. Uygar Hülagü
Geoteknoloji Grubu Kurucu Ortağı
Kahramanmaraş merkezli, 10 ilimizi etkileyen depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınları ile tüm ülkemize sabır ve başsağlığı dileyerek yazıma başlıyorum. Tabii ki son olmasını diliyor ama olmayacağını da biliyorum.
Mehmet Akif Ersoy “Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” derken, bu coğrafyada yaşamanın ne kadar zor olduğunu sözcüklerle ifade etmiş sanki. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini doğa birkaç yılda bir ne yazık ki bize hatırlatıyor. Kayıp sayısının fazla olduğu ya da büyük şehirler etkilendiği sürece konunun gündemde kalma şansı yüksek oluyor. Haber kanallarında tartışılıyor. İnsanlar, “Ya burada da olursa!” duygusuna bir süre de olsa kapılıyor. Peki ya sonra? Suya atılan bir taşın yarattığı dalga gibi bir süre sonra ortalık dinginleşiyor. Toplum tarafından bir sonraki sarsıntıya kadar konu unutuluyor.
Açıklanan kayıp sayısı her geçen gün artıyor. Açıklanır mı bilemem ama bildirilen sayının katlanması ihtimal dâhilinde. Konu sayı değil tabii ki. Konumuz anlayış. Çünkü kayıp sayısı herkes için 1’dir. Bir can gitti mi listede sayılar 1 artar. Ama o bir kişi ile binlerce anı, binlerce hayal binlerce umut enkaz altında yiter gider. Bu nedenle 85 milyon ruhen hala enkaz altındadır. İşte bu duygulardan kurtulmadan bir şeyleri ciddiye almanın zamanı geldi de geçiyor. Bildiğimiz halde çözemediğimiz ilk konu aslında her şeyin nedeni.
Deprem Öldürmez Bina Öldürür
Bir tekerleme gibi herkesin ağzındaki bu cümle, olayın dört kelimelik özeti. İnsanoğlu çadırda yaşamayı sürdürse deprem de yağmur gibi bir doğa olayı sayılacaktı. Kimse de depreme kızmayacaktı. Oysaki ölümlerin %99 nedeni binaların deprem sonrası göçmesi. Sağ kalsa bile insanların enkazdan çıkamaması. Çıksa bile engelli bir hayat sürme ihtimalinin yüksek olması.
Ülkemizin deprem ülkesi olduğu gerçeği ve bunlarla ilgili teknik pek çok konuya böyle bir dönemde girmeyeceğim. Sabah akşam ekranlarda her türlü detayı zaten anlatıldı. Ancak sosyal medyada doğru yanlış birbirine çok karıştığı için pek çok konunun doğrulatılması gerektiğini de dikkate almak gerek.
Depremi önceden bilebilme konusunda bilimsel ya da bilim dışı pek çok çalışma yapılsa da geçerli ve kullanışlı bir sonuca ulaşıldığını söylemek güç. O zaman geriye “depreme dayanıklı tasarım” dışında bir şans kalmıyor. Bunun için yönetmelikler belirli periyotlarla güncelleniyor ve daha güvenli tasarım konusunda adımlar atılıyor. Tabii tasarım ve projelendirmenin kâğıt üzerinde doğru olması uygulamanın doğru olacağı anlamına gelmiyor. Bu aşamada en çok sıkıntı, sahada yapılan ihmaller, işçilikte bilinçli veya bilinçsiz tercihler ile yaşanıyor.
2018 Deprem Yönetmeliği(1) ile yapının tasarım kriterleri zeminden çatıya yeni bir anlayışla ele alındı. Yönetmelik yapıların performans hedefli tasarım yöntemi ile projelendirilmesi ve kontrolünü sağladı. Zemin etütleri konusunda da yenilikler getirdi. Öte yandan, ne kadar iyi niyetli yönetmelikler çıksa da “adamını bulanlar” tarafından işlerin çözülmeye devam ettiğine çoğu zaman şahit oluyoruz. Beton sever ülkemin betonarme yapıları için projelendirmenin deprem yönetmeliğine harfi harfine uyması kuşkusuz en önemli konu. Örnek olarak deprem bölgesinde, yönetmeliklere uygun imal edilen yapılarda sıkıntı yaşanmadığını görüyoruz. Ancak kâğıt üzerinde her şey yasa ve yönetmeliklere uygun olsa da uygulamanın kontrol edilmesi bu konunun hassas noktası. Çünkü proje doğru olsa bile işçilikte yaşanan sıkıntılar bitmiyor. Fazla umursanmayan hataların hayati sonuçlara neden olduğunu görüyoruz.
1999 depremini takiben yüzlerce binada hasar tespiti projeye uygunluk, takviye gereksinimi olup olmadığı konusunda farklı gruplar ile çalışmalar yaptık. Değişen 2007 ve 2018 yönetmelikleri sonrasında da aynı sıklıkta olmasa da çalışmalarımız devam etti. Bu konuda kentsel dönüşüm kapsamında yapılan çalışmalardan kaynaklı “Binamız riskli çıkarsa boşaltılır.” kaygısı ile karşılaşıyoruz. Hâlbuki binada ölçüm ve örnekleme yapılarak “2018 yönetmeliğine uygun olacak şekilde performans analizi” yaptırmanın bu konu ile ilgisi yok. Eğer yapınızla ilgili bir inceleme yapılmadı ise bu tür bir çalışmayı yaptırarak binanızın sağlığını kontrol edebilirsiniz. Unutmayalım ki yapıların da ekonomik ömürleri var. Ömürleri içinde onlar da bu tür bir “check-up” ihtiyacı duyuyorlar.
Betonarmeden şaşmıyorsak başka çözüm yok mu? Var aslında. Ama yeni bir betonarme inşaata başlarken zemin etüdünü bile kalite gözetmeden yaptıran zihniyet bu önerimizi pahalı bulacaktır muhtemelen. Oysa yeni yapılacak bir binada, mimari konsept proje aşamasında devreye girilip, statik proje de buna uygun çözülürse temele yerleştirilen deprem izolatörleri çok başarılı çözüm olmaktadır. Binanın taşıyıcı sistemi ile temel arasında yer alan bu sistem deprem ivmesinin binayı çok daha düşük seviyede etkilemesini sağlamaktadır. Yeni yapılan şehir hastanelerinin tamamında bu sistem uygulanmıştır. Depremde nasıl çalıştığının videolarını da sosyal medyada mutlaka görmüşsünüzdür.
Peki, bunu binaya uygulamak çok mu pahalı? Akşamdan sabaha milyonlar eklenen ev fiyatları dikkate alındığında aslında hiç de pahalı olmadığını söyleyebiliriz. Sismik izolatör uygulamasında maliyet yapı boyutlarına göre değişmektedir. Genel olarak arsa payı dikkate alınmadan öngörülen bina inşaat maliyetinin %6 ilâ %10 arasında değiştiği hesaplanmaktadır. Kuşkusuz bu ek maliyet “depreme dayanıklı ev” konseptiyle satılırken kat kat geri alınacaktır. Hiç bir maliyet “1 can”dan değerli değildir.
Yazının yer aldığı derginin ana konsepti çelik yapılar. Çelik yapıların önünde, pahalı ön yargısı ve yangın endişesi gibi kırılması gerekli algılar mevcut. Yoksa çelik ya da hibrit yapıların depreme dayanıklı olduğu, depremde göçme yaşamadığı, hafif olduğu inşaat yapan herkesçe biliniyor. Ama dediğim gibi beton sever ülkemde, depreme kesin çözüm olan çelik yapıların, özel değil doğal olarak kabul edilmesi için eğitim şart. Müteahhidin değil halkın bilinçlenmesi ve talebi gerekli. Cehaletin prim yapmadığı günlere ulaşırsak aşamaları da göreceğimize inancımızı koruyoruz.
İstanbul’da Deprem ve Tsunami
“Beklenen İstanbul Depremi” beklemede 23 yılı doldurdu. Yanal atımlı fayların yıllık atım miktarı, yinelenme aralığı ve sismik boşluk olarak tanımlanan bölgeleri bilince, böyle bir beklenti için tarih aralığı öngörülebiliyor. Eninde sonunda bu depremin olması kaçınılmaz ama kimse bırakın gün vermeyi şu yıl bile diyemez.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yıllar içinde, İstanbul’un büyük bir bölümünde mikro bölgelendirme çalışmaları ile zemin hakkında bilgi topladı(2). Bu çalışmalar doğrultusunda belirli as alanlarda, maksimum deprem ivmesi değerleri öngörülebilir hale geldi. Bu çalışmalara paralel olarak son zamanlara kadar fazla dikkate alınmayan bir çalışma da gerçekleştirildi. İstanbul’da tsunami beklentisi nedir?
Ege Denizi’ndeki depremler daha çok düşey yönlü faylar denetiminde gerçekleşmektedir. 2020 yılında Sığacık’ta izlenen tsunami, yakın tarihte net olarak gördüğümüz en iyi örnektir. Marmara Denizi’nde deprem sonrası tsunami oluşma ihtimali de tarihsel depremlerden bilinmektedir. Örneğin 1509 depreminde tırmanma yüksekliği 6 metreye ulaşarak maksimum değer olarak kayda geçmiştir. Ana hareketin düşey atımlı bir fay olmadığını bildiğimiz Marmara Denizi içinde gerçekleşecek depremde deniz dibinde oluşan heyelanlar tsunami tehlikesinin en önemli nedenidir.
İBB’nin çalışmasında, deniz dibi topografyası göz önüne alınarak farklı faylar ve havzalar için değişik değerlerde simülasyonlar yapılmış, tsunami kaynak modelleri incelenerek Marmara kıyılarında ne boyutta risklerle karşı karşıya olduğumuz raporda(3) ortaya konulmuştur.
Tsunami yüksekliği için Anadolu Yakası’nın daha tehlikeli olduğu belirtilen raporda, Adalar için 9 metre Bakırköy – Zeytinburnu için ise 3-4 metre dalga beklenmektedir. Adalar’ın bir miktar dalgayı kesecek olması ve Adalar ile kıyı arasında deniz derinliğinin az olması nedeniyle, Kartal – Kadıköy arası bölgede etkinin bir miktar düşmesi beklense de bu etki derinliğini azaltmayacaktır. Küçükçekmece güneyinde 600 metreyi bulan etki derinliği Kadıköy – Tuzla arasında 100 ila 300 metreyi bulmaktadır.
2021 yılında İBB tarafından sahillere “tsunami tehlikesi ve tahliye yönleri” tabelaları kondu. Ne kadar dikkat ettiğimiz tartışılır ama herkesin deprem planı olduğu gibi sahillerde de ne yapacağına dair bir planı olmalı. Yoksa Bağdat Caddesi’nde yenilenmiş sağlam binadan tahliye olup tsunami etkisinde kalma ihtimali yadsınamaz bir gerçektir.
- Tsunami konusunda karakteristik uyarıları tekrar sıralayalım.
- Tsunami tek dalga değildir. Birbiri ardına gelir. 2. ve 3. dalga daha etkilidir.
- Öncesinde deniz çekilir. Bu durumda sahilde durmamak doğrudan uzaklaşmak gerekir.
- Marmara Denizi gibi kapalı denizlerde depremi takiben tsunami geliş süresi 8 dakika mertebesindedir.
- Karadakilerin kıyı çizgisinden en az 200 metre geriye gitmesi öncelikli tedbirdir.
- Denizde bir teknedeyseniz asgari su derinliği 50 metre dolayındaki bir yere doğru ilerlemek akıntı ve dalga etkisinden koruyacaktır.
Depreme yapı stoku bakımından hazır olmadığımız ortada. Ancak bu tür etkileri de göz ardı etmemek ve her tehlike için tedbiri elden bırakmamak gerekir.
Bu çalışmalara inanmayıp depremi kadere bağlayan duvarı elle tutup zelzeleye karşı dua eden bir kesim mutlaka olacaktır. Bu kişileri, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir asır önce söylediği ve her geçen gün değeri daha anlaşılan sözüne havale ediyoruz.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir.”
KAYNAKÇA