Aydın Boysan’ın en kısa anlatımı: 1921 İstanbul doğumlu mimar ve gazeteci. 1945’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olan Boysan, 2000’li yıllara kadar mimarlık mesleğini sürdürdü. Türkiye Mimarlar Odası’nın kurucularından biri. Ulusal ve uluslararası mimarlık yarışmalarında ödüller kazandı. Kendi kitaplarını basmak için Bas Yayınları’nı kurdu, gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yaptı. 55 yıl boyunca 1.5 milyon metrekare bina tasarlayan Boysan, Türkiye’nin ilk çelik yapı örneklerinde de imzası olan bir Üstad. Hürriyet Medya Towers, Sütlüce Arçelik, Çayırova Arçelik Fabrikası, Gebze Nasaş Alüminyum Tesisleri, İpek Kağıt Fabrikası, Orhangazi Döktaş hemen akla gelen ülkenin ilk çelik endüstri yapısı örnekleri ve hepsi, daha fazlası Aydın Boysan imzalı çelik yapılar. Biz de Çelik Yapılar Dergimizin bu sayısında mimar söyleşileri sayfalarımızı Aydın Boysan ve yine kendi gibi mimar oğlu Burak Boysan’a ayırdık. Aydın Boysan’ın olduğu yerde her zaman inanılmaz bilgiler ve efsane nükteler vardır ya bu kez de biz nasiplendik Usta’dan...
Aydın BOYSAN: “Matematiğe Yakın Olmayan Çeliği Ezberler Ama Ezberlediği Gibi Yapar”
Bizim zamanımızda da vardı çelik yapı bir kaç örnek olarak ama nispeten geri kalmıştı. Okullarda anlatılırdı çelik fakat mühendisler tarafından anlatılırdı, dolayısıyla daha ziyade rakam tarafına bakılırdı, projecilik, yaratıcılık yanından zayıftı.
Çelik projesi yapabilmek için matematiğe yakın olmak lazım. Matematiğe yakın olmayan çeliği ezberler ama ezberlediği gibi yapar. Fikir olarak, kaynak olarak bir şey doğuramaz. Yurtdışındaki örnekleri görüp, yapılabilir olduğunu düşünerekten hep yeni şeyler, yeni marifetler yapmaya uğraştım ben, mesleki marifetler yapmak üzere çalıştım.
Alışılan bir şey olduğu için betonarme kolay geliyordu. Münasebetsiz bir şey aklıma geliyor, ama anlatımı kolaylaştıracağı için söyleyeceğim, bir fahişe sevişirken ahlakı düşünmez meslek yapıyordur o. Fark bu, meslek yapıyor. Ayıp da olmadı değil mi? Mimarlık ve mühendislik birbirine benzer tarafları olan iki baştır, yaratıcılık bakımından. Ben statik projeler de yapmış olan birisiyim, benim çelik statiğini de yaptığım projelerim var. Hevesten yaptım hevesten. Çok meraklıydım da ondan. Mimarlık yaparken matematik ve geometri bilgilerim destek oldu bana. Bu çok önemli noktadır. Konstrüksiyonları ancak böyle bir düşünce yapın olursa tasarlayabilirsin. Mimarın matematik bilmesi mühendislik bilgilerine de hakim olmasını sağlıyor ve onun düşünce tarzını da değiştiriyor. Çoğu mimarın matematik bilgisi eksik. Ondan çeliğin keyfini bilmiyorlar, onun için hep betonarme yapmaya çalışıyorlar. Taşıyıcı sistemi bilmiyorlar. Konstrüksiyon bilgileri eksik olduğu için çelikten kaçıyorlar. Ben çelik yapıdan kaçmadım, başarmaya gayret ettim. Oldum da başarılı.
“Apartman Mimarlarının Aklına Gelmez”
Yeni dönem ortaya çıkan çelik yapı örneklerinin iyileri de var, kötüleri de var. Bir mimari proje hele hele böyle bir takım mühendislikle birlikte yapılması çok doğru olan çelik yapıysa, beceremezseniz aksamalar, patlamalar doğuyor. Mimar yalnız marifetini yapmaya çalışıyor, mühendise bir form kakalamaya uğraşıyor. Mühendis de ona itiraz ediyor. Dalaşıyorlar ve ortaya ne çıkacağı bilinmiyor.
Mimarın mühendise ve mühendislik bilgilerine yakın olmayışı, dolayısıyla matematik bilgilerine yakın olmayışı, mimarın kafasını sadece gözleriyle öğrendiği yerde bırakıyor. Ben konstrüksiyonları matematik kökeninden öğrendim. Onun için defalarca mimarın matematik bilgisinin önemli bir şey olduğunu söylemek istiyorum. Bu olmazsa çok eksik kalıyor mimarlık. Mesela hiperbolik paraboloid geometriden kaynaklanan bir form. Ve ben bu formda çelik yapıyı Türkiye’de ilk deneyenlerdenim. Hürriyet Gazetesi binası böyle bir formdur. Gerçi bu binalarımın çoğu yıkıldı. Bu tür farklı form denemelerini matematik ilginden yapabilirsin, apartman mimarlarının aklına gelmez bu. Yaptığım her yapıda farklı tasarımlar oluşturmaya çalıştım, kolayına kaçmadım. Çelik yapımda da betonarmede de. O zamanlarda her mimarın aklına böyle bir şey gelmiyordu, bilmiyorlardı, merakları da yoktu.
Matematik bilmeyen bir mimar yalnız gözle bir şeyler öğrenir, nasıl yapılabileceğini bilmez. Bu da bizim mimar yetiştirirkenki eksikliğimiz. Mimarın matema tiğe yakın olması lazım, yakın derken iyi bilmesi lazım, konstrüksiyonun nereden doğduğunu, kuvvetlerin nasıl birbirini ittiğini bilmesi lazım. Statik projelerde zorlanmadım onun için. “Mimarlıktaki Matematik Ruhunu Bilirim” Mühendisliğe meraklı bir mimardım ben. Mimarlık işindeki matematik ruhunu bilirim.
Mühendislere yollar göstererek bile konstrüksiyon çiziyordum. Arçelik binam sadece mühendislik çizimleri değildir, taşıyıcı sistemi de ben çizdim. Matematiğe hakim olan mimar cesaret edebilir buna. Matematik merakı mimarlıkta bazı şeyleri o kaynaktan düşünerekten planlama cesaretini verir ve doğurur.
Pertevniyal Lisesi’nde okudum liseyi, matematik hocamız Talha Bey’di, ondan öğrendim ve sevdim matematiği ve mimarlıkta kullanmak istedim. Matematik merakı bazı şeylerden kaçmamayı sağlıyor, inadına üstüne üstüne gitmeye zorluyor. Ondan dolayı yapabildim ben bu çelik yapıları. İTÜ’de Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi’nde bir dönem hocalık da yaptım. O zaman öğrencilerime de şöyle söylerdim: “İnsan vücudunda etler, adaleler kemikler var. İşte bu kemikler taşıyıcı sistemdir.” Yurtdışında gördüğümüz çelik yapıların yapılabilmesi de oradaki malzemeciler ve mühendislik geleneğinden kaynaklanan şeylerdir. “Arçelik Binası İhtiyarlamadı Hala” 1965 yılında yaptığım, Türkiye’nin ilk sanayi yapılarından biri olan Arçelik Fabrikası çelik yapıların ülkedeki ciddi örneklerinden biridir. İhtiyarlamadı bu bina halen de. Sadece mühendisler yapmadı bu yapıyı, mimar olarak fikirleri koyduk ortaya, onlar da hesaplamalarını yaptılar. Tasarım fikri benden doğdu. Bükme sacları profil yaparaktan büke büke pencere, kapı yapmaya başladık daha önce Sütlüce’deki Arçelik Yapı’da. Arçelik fabrikasında imalatı klasik demirciler yaptı, sokak demircileri ama projeleri biz verdik, biz başında durduk yaptırdık. Karabük malzemesini kullanıyorduk, demircilerin sattığı malzemeyi kullanıyorduk. Benim çalıştığım bir iki müstesna mühendis vardı: İsmet Aka ve Müfit Yorulmaz. İki teknik üniversite profesörüydü onlar. Müfit Yorulmaz mimardı da aynı zamanda. Vehbi Koç istemişti bizden bu binaları yapmamızı ama nasıl olacağına o karar vermedi. O mal sahibi, binayı ister ama nasıl olacağını söyleyemez. Benim projelerimde mal sahibi yapının hangi malzemeden yapılacağına hiç karışmadı, ben kendim karar verdim. Büyük açıklıklar için çelikten daha uygun bir malzeme yok. Bir de kalıp yapmak bir beladır yahu. Halbuki çelik atölyede imal ediliyor kaldırılıp asılıyor. Bu önemli bir fark.
Burak BOYSAN: “Çelik Yapı Detaylarını Bilmiyorum Demek Mızmızlanmaktır Artık”
Bundan 50 yıl önce çelik yapıların en güzel örneklerini gerçekleştirmiş duayen bir mimarımızın oğlu olarak siz nasıl bakıyorsunuz çelik yapılara? Babanız o yıllarda cesaret edebilmiş ama bugüne geldiğimizde bile ülkedeki yapı stoğunda çelik yapının oranı oldukça düşük seviyelerde, daha çok da fabrika yapılarında, ne demek istersiniz bu konuda?
1960’dan 80’lere kadar sanayiye çok yoğun bir destek vardı, sayısı artan bir şekilde sanayi yapıları yapıldı o yıllarda. Fabrikaların yapılması, bunların da çelik olması çok doğaldı. Yoksa çelik yapı geleneğinde pek yok buraların. Çeliğin devreye girmesi zordu. Milli Eğitim Bakanlığı standartları ile okul yapılıyor, başka standartlarla depo yapılıyor, Sağlık Bakanlığı standartlarıyla hastane yapılıyor gibi. Bu standartlar biraz tutuculukla devam edegeldi ve çelik zorunlu değilse gerilerde kaldı.
Babanızın yaptığı çelik yapılara nasıl bakıyorsunuz, nasıl değerlendirirsiniz dönemin mimarı olarak bu yapıları?
Burada en ilginç hikayeyi söyleyeyim., AKM’nin cephesini Arçelik yaptı ve yapanlardan biri babam. Proje elbette Hayati Tabanlıoğlu’nun ama dış cepheyi Arçelik yaptı, babam da Arçelik’in müdürü idi. Çoğu bilmez bunu. Oldukça da zor bir iştir o cephe ile ana yapıyı uyumlu hale getirmek.
Bana sorarsanız Arçelik estetiğe önem verilmiş bir fabrikadır aynı zamanda. Hatta babamın da en iyi projesi de budur. Aynı yıllarda yapılmış farklı formlarda fabrikaları da vardır.
Babamın yaptığı bir çok yapı da yok oldu esasında, özellikle şehir içinde kalanlar. Ya yıktılar ya da başka bir yapıya dönüştürdüler. Çelik bir cami tasarlamıştı, yapıldı sonra söküldü bu cami, ilk çelik cami örneklerindedir, çelik bir kubbe oluşturmuştu.
1999 Depremi’nden sonra babamın tasarımını yaptığı yapılara gittik tek tek gezdik. Depremin tam olduğu yerde bu yaptığı binaların çoğu. Bir ikisinde sadece alçıpan asma tavanlarda bir-iki plaka düşmüştü kimi yerlerde düşme olmuştu ama taşıyıcı sistem sapasağlam duruyordu. Yandaki binalar hasar gömüş o yıkılan binaların aralarında babamın binaları ayakta duruyorlar. Ki mesela Arçelik deprem olduğu sırada 34 yıllık bina idi.
Aydın Bey ile sohbet ederken mimarlık ve mühendisliği birlikte anlattı hep. Bu mimar mühendis uyumu ya da uyumsuzluğu çelik yapıda daha fazla önem kazanıyor. Bu dönemde nasıldır bu uyum ya da uyumsuzluk? Hani mühendisler mimarları tasarım yapıyor ama nasıl ayakta duracağından haberi yok diye suçlar ya...
Bunun bazı mimarlar için gerçekçi tarafı var tabii. Ama mühendisin de konusunda fikir sahibi olması şart. Bunun tersi de doğru, mühendisler de çok küçük de bir betonarme binayı, çelik için de geçerli, sıradanlaştırmaya yatkın oldukları da doğru. Şu kadar açıklık varsa mutlaka kolon koyulacak ısrarı gibi. Kolonlar 50’ye 50, açıklık 8 metre gibi bir şey. Babamın da dediği gibi mimarın biraz mühendislik bilgisi olmazsa mühendisler konuya hakimiz diye söz söyletmiyor, ama mimar biraz mühendisliğe de aşinaysa o zaman itirazını söyleyebilir, pek ala da olur diye diretebilir duruma geliyor. Yoksa öbür türlü olunca binalar birbirine çok benzemeye başlıyor.
Konuştuğumuz mimarların en büyük sıkıntısı çelik yapı mimari detayları. Bu dönemde sorun mudur mimarlar için çelik detayı sizce? Saçmalıktır bu detay bilmiyorum demek. Mızmızlanmaktır artık, çözmek isteyen çözer. Almanca topladığı bir alay kitabı vardı babamın, çelik yapıların tüm detayları vardı. Şu anda çok daha fazlasıyla var ortalıkta. Mimar kaçınca işveren de kaçıyor tabii. Yoksa detaylar her yerde var, hazır. Kim ne istiyorsa gönderelim biz onlara. Kolilerle, maillerle yollayalım hemen.
İstanbul Boğazı’na ilk köprü yapılırken babanız da karşı çıkmış ve “Ya ne köprüsü, Üsküdar’da harika bir balık lokantası var, mezeler muhteşem, oraya gidiyorum bir güzel vakit geçiriyorum, sofradan kalktığımda saat zaten gece yarısına geliyor hâliyle kimsecikler olmuyor tekneler orada. Geçiyorum karşıya, gidiyorum evime” demiş. Son dönemde ülkemizde bir çok köprü yapıldı, yapılıyor ve bu çelik köprülerin mimari olarak fazla da değeri olduğu söylenemez. Yurtdışında bir yapı yapılırken yapı sektörünün oyuncuları tartışırlarmış, bu tartışmalardan da olumlu sonuçlar ortaya çıkmış. Bizde neden böyle bir gelenek yok dersiniz?
Ben köprünün varlığına karşıyım zaten. Ters taraftayım, şu boğaza herhangi bir biçimde herhangi bir malzemeden herhangi köprü yapılmasını anlamsız buluyorum. Malzemesini de, tasarımını da tartışmayı da anlamlı bulmuyorum elbet. Hatta iddialı bir tasarım ortaya konulursa konu köprünün kendisi olmaktan çıkar, sadece tasarımı tartışılır diye kaygılanırım, tartışmak bile istemem. Sorunuzun diğer kısmı ile ilgili de keşke olumlu bir şey söyleyebilseydim. Buraya şu yapıyı yapalım mı yapmayalım mı diye bina tartışma geleneği zaten pek yok bizde.
Siz 14 yıldır AB projelerinde danışmanlık yapıyorsunuz. Sizin Kültürel Miras Danışmanlığı uzmanlığınıza yönelik olarak sormak istersek, Türkiye’deki kültürel miras varlığı olarak söyleyebileceğimiz yapılarımızı çelik ile bambaşka hale getirip, yeniden topluma kazandırabilir miyiz? Yurtdışında bu tür çalışmaların çok güzel örneklerini görüyoruz, burada neden yapılamasın?
O bir fantezi. Bir AKM’yi bile ayakta tutamayan bir ülkeden bahsediyoruz. Onun için kültür yapıları çelikle mi olsun, olsun mu olmasın mı tartışması anlamsızlaşıyor. Önce mevcut bir binayı, AKM’yi bile ayakta tutamıyoruz işte görüyorsunuz, malzeme- dışı bir durum bu. Böylesi kültür yapılarınızı iyileştirmeyi başlatırsanız çelik için de imkanlar çok çıkar elbette ama böyle bir niyet göremiyoruz ortalıkta. AKM’yi de boş verin, sinemalar kapanıyor, tiyatro salonları AVM oluyor. Bir çölleşme yaşıyoruz. Öyle bakınca da çelik yapı mı değil mi meselesi lüks haline geliyor.
Sizin son dönemde yapılan çelik yapılardan beğendiğiniz var mıdır? Benim beğendiğim çelik yapı babamın evinin balkonunda gerçekleştirdiği çelikle genişletme projesidir. Balkonun bir köşesinden çelik bir kolon en alttaki otoparka kadar iner, diğer köşesinde böyle bir imkan olmadığından çelikle kolona asarak yapılmış bir çalışmadır ve ona sorarsanız bütün kitapları, bütün yapıları arasında en beğendiği eser odur.