Son yıllarda belki de en çok duyduğunuz kelime “sürdürülebilirlik” kavramıdır. Sürdürmek; bir işin, bir olayın devam etmesini sağlamak anlamına geliyor. Uzun süre aynı performansta bir işi ya da olayı devam ettirmek ise sürdürülebilirlik demek.
Doğal çevre, bu çevre içindeki hayvanlar ve insanlar bir bütünlük arz ettiği için, sürdürülebilirlik denince akla ilk gelen “çevre” oluyor hiç şüphesiz. Sürdürülebilirlik ilk anda çevre ile anılsa bile işin içinde ekonomik büyüme, sosyal gelişim ve çevrenin korunması bir bütün halinde ele alınıyor. Her bir alt bileşeni kendi içinde ele aldığımızda “ekonomik sürdürülebilirlik” çok önemli bir yola sokuyor hepimizi.
Ekonomik büyümenin dalgalı olduğu, bir yıl büyürken diğer yıl küçülen ekonomilerde, geleceğe yönelik kaynak planlaması yapmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Yeni bir yatırıma girişmek, bu yatırımın geri dönüşünü beklemek, insan kaynakları planlaması yapıp, istihdamı büyümeye göre planlamak hep “sürdürülebilirlik” ile alakalı.
Sürdürülebilir Büyüme
Ekonomik büyüme basitçe bir ülkenin mal ve hizmet üretim kapasitesinin genişlemesi olarak ifade edilebilir. Buna Gayri Safi Yurt içi Hâsıla (GSYH) adı verilir. Herkesin bildiği tanımlamayla, Gayri Safi Yurt içi Hâsıla (GSYH), bir ülke sınırları içinde belli bir dönemde (genellikle bir yıl) gerçekleştirilen iktisadi faaliyetler sonucu yaratılan nihai mal ve hizmetlerin parasal değeri olarak ifade edilir. Reel GSYH (Enflasyondan arındırılmış GSYH) büyüme hızının aylık, üç aylık veya yıllık bazda, belirli bir büyüme oranı etrafında, o büyüme oranından fazla sapma göstermeksizin ilerlemesi sürdürülebilir (istikrarlı) büyüme olarak ifade edilir. İstikrarlı büyüme ile kısa dönemde büyüme hızının önemli miktarda değişmediği anlatılmaya çalışılır. Sürdürülebilir Büyüme denince, kısa dönemli etkilerin hızlı bir artış ya da ani bir duruş gibi dönemsel etkilerin yok ya da çok az olduğu anlaşılır.
Türkiye örneğini ele aldığımızda, ülkemizin tasarruf açığının yüksek olduğu temel bir gerçeklik. Fakat buna karşılık bireylerin tüketim eğilimleri yüksek. Bunun doğal sonucu olarak, iç-dış kaynakları kredi olarak kurumlara, tüketicilere aktardığımızda hızla büyüme gösteriyoruz. Ancak sanayimizin ithal girdiye olan bağımlılığı nedeniyle bu kez büyürken ithalatımız artıyor. Artan ithalat cari denge üzerinde olumsuz etki yaptığı için, bu kur üzerinde baskı yaratıp kurları yukarı itiyor. İthalat yoluyla maliyetler artınca, bu kez maliyet enflasyonu ile karşılaşıyoruz. Maliyet enflasyonu, üretici fiyatları üzerinden kısa sürede tüketici fiyatlarına geçiş gösteriyor. Hepimiz günlük hayatımızda bu enflasyonla yaşamaya başlıyoruz. Alım gücümüz düşüyor ve enflasyon bizi fakirleştiriyor. Sonrasında enflasyonu kontrol altına almak için faizleri artırınca bu kez tüketim azalıyor, üretim yavaşlıyor; büyüme yerini önce durgunluğa, sonra küçülmeye bırakıyor. Sonra küçülen ekonomiyi yeniden canlandırmak için aynı döngüyü bir kez daha tekrarlayıp aynı sonuçlara ulaşıyoruz. Böylece bir yıl yüksek büyüme sonrasında bir daralma ve bundan sonra yine bir yüksek büyüme ile karşılaşıyoruz. İşte bu durum “sürdürülebilir” değil. Oysa sürdürülebilir bir büyüme için önce cari açık ve enflasyon sorununu çözmemiz gerekiyor. Bunları çözmeden sürdürülebilir büyümeyi sağlamak da mümkün olmuyor.
Sürdürülebilir Kalkınma
Sürdürülebilir kalkınma ise her bir birey için yıllar itibariyle azalmayan fayda anlamına gelir. Sürdürülebilir kalkınma kavramının doğal kaynak kullanımlarına yaklaşımı, enerjinin etkin kullanımı, yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla yer verilmesi ve geri dönüşüm gibi konuları da içerir. Özellikle geri dönüşüm denince, kıt kaynakların gereksiz ve fazla kullanılmasını önlemek, ortaya çıkan atığın kaynağında ayrıştırılması ile nihayetinde atık çöp miktarının azaltılması amaçlanır. Demir, çelik, bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk gibi üretim alanlarında, hammadde, ara mamul ve mamul maddelerin geri dönüşüm ve tekrar kullanılması, doğal kaynakların tükenmesini önlemek açısından tüm dünyada teşvik ediliyor. En çok yatırım bu alanlara yapılıyor.
Herkes için faydanın azalmaması, tam tersine yıllar itibariyle bu faydanın sürdürülür olması kurumsallaşma ile sağlanabiliyor. Bu kurumsallaşma sadece şirketler bazında düşünülmemeli. Kamuda da sürdürülebilir olmak, kurumların uygulama ve kararlarında yıllardan bu yana süren geleneğin devamı, kurumların gücünü de beraberinde getiriyor.
Sürdürülebilir Kalkınmanın en önemli girdilerinden biri de hiç şüphesiz bankalar. Finansal sistemin işleyişinde, sektör fark etmeksizin hemen hemen bütün işletmelerin ihtiyaç duyduğu fonlar, finansal kurumlar aracılığıyla temin edilebilmektedir. Finansal kurumların sürdürülebilir ekonomik kalkınma ile ilgili atacağı adımlar kredi ilişkisi içinde olduğu sektörleri de etkiler ve yönlendirir. Yapılan araştırmalar sürdürülebilir kalkınma ile bankacılık sektörü arasındaki ilişkiyi teyit eder.
Ekonomik büyüme ve ekonomik kalkınmanın aynı şeyler olmadığını bir kez daha vurgulamak gerek. Ekonomik kalkınma; bir ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısını geliştirme, gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı kapatma hatta onları geçme durumudur. Ekonomik kalkınma bir ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyal refahının geliştiği süreçtir. Ekonomik kalkınma içinde ekonomik büyümeyi de barındıran çok geniş bir kavramdır. Ekonomik büyüme sürdürülebilir olursa, diğer faktörleri de bu büyümeyle birlikte geliştirmek koşuluyla kalkınma ortaya çıkar.
Mikro açıdan, firmalar düzeyinde baktığımızda hızlı büyümenin, yöneticiler, sahip ya da ortaklar veya şirketten beklentisi olanlar tarafından çok istenmesine ve olumlu karşılanmasına rağmen finansal kaynak ihtiyacının yönetilememesi durumunda iflas riskini beraberinde getirdiği görülmektedir. Buna karşılık büyüme hızı yavaş olan firmalar ise bir tarafta sahip ve ortaklardan gelen baskıya maruz kalırken, diğer taraftan sektörel fırsatların kaçırılması ve fonların doğru yönetilememesi gibi temel sorunlarla boğuşur. Bu olumsuz hususları ortadan kaldıran unsur ise sürdürülebilir büyümedir. Mikro ölçekte sürdürülebilir büyüme, firmanın finansal kaynakları doğru kullanarak, satışlarından elde edebileceği en çok karı elde etmesi, sahip ve ortakların beklediği kâr payını sağlaması ve firmanın yeniden yatırımlara girişmesini ifade eder.
Sürdürülebilir bir büyümenin en önemli unsurlarından biri de inovasyondur. Özellikle ülke ekonomisinde faaliyet gösteren firmaların dış pazarlarda rekabet edebilmesi ve verimlilik artışı, faaliyet gösterdikleri ülkenin refah artışına da sebebiyet verir. Refah artışı ve ekonomik büyüme beraberinde toplumsal talep ve ihtiyaçların da bunlara paralel farklılık göstermesine neden olur. Neticede toplumsal değişim, ekonomik değişimle beraber gelişir ve gelişmiş ülkeler seviyesine yükselir. Tüm bu değişimlerin sadece bir dönem ya da bir yılda olmasını beklemek, hayalcilikten öteye gitmeyen bir hedeftir. Tüm bu değişimlerin olması yıllar alır. O nedenle sürdürülebilirlik kavramı, bu gelişim ve dönüşümün anahtarıdır.
Güçlü ve tam bağımsız bir ülke olabilmek için, güçlü ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıya sahip olmak gerekir. Sürdürülebilir ekonomik yapıya sahip olan ülkeler, dış ticaret politikalarını, bu güçlü yapıdan kuvvet alarak, kendi lehlerine daha kolay düzenlerler. Ülkenin üretim ve verimliliğinin artışı için de sürdürülebilir ekonomik yapı temel unsur olarak karşımıza çıkmakta.
Sürdürülebilirliğin, sadece bir tanım olmaktan çok öte, hatta stratejik anlamda büyük ve gelişmiş olmanın mihenk taşı olduğunu hep hatırlamamız gerekir.