Tam anlamıyla “Kolektif” bir ofisin konuğuyuz bu sayıda: Atölye Kolektif.
Görülüyor ki ofisi kuran mimarların dışında, proje bazında kolektif çalışmaya inanan mimarlar, mühendisler, danışmanlar da bu çatı altında toplaşıyorlar zaman zaman. Biz bu kolektif ekibin iki önemli ismi, mimar Emre Torbaoğlu ve Evrim Akcan ile gerçekleştirdik çelik yapı sohbetimizi. Çelik formlar kazandırıyorlar Türkiye’ye, hatırı sayılır deneyim kazanmışlar kısa zamanda. Çelik yapılar adına söyleyecek gerçekleri vardı duyun istedik, dergi sayfalarına taşıdık…
Kolektif kelimesini tam anlamıyla benimsemiş, bir ofise zor sığacak dev bir ekip gibisiniz. Keyifli çelik yapı tasarımlarıyla adını duymaya başladık bu ofisin.
Adından başlayarak bu kolektiflik, bu çok disiplinli bakış, çelik yapılara da en uyanı. Yani sizlerden çok çelik yapı çıkacaktır diye düşünüyoruz, katılır mısınız bu düşüncemize?
Emre Torbaoğlu: Kolektif kavramı, proje ölçeğine bağlı olarak büyüyüp küçülebilen bir yapı olmamızla birlikte disiplinlerarası ortak üretimi esas alan bir yaklaşımı benimsediğimiz için ismimizde kendisine yer buldu. Dediğinize katılıyorum, bu kolektif anlayış çelik yapı üretimi için önemli gerçekten de. Bir mimarın tasarım sürecinin başından itibaren yetkin bir ekiple çalışması beraberinde iyi sonuçlar getiriyor. Betonarme, ahşap, çelik fark etmez, ne tür proje yaparsak yapalım, bu dediğimiz kolektif anlayış içinde, tasarımın en başında mühendislerin içinde olması çok önemli. Bu kritik bir yer, eşzamanlı olarak mimari ve statik tasarımın üretiliyor olması, her iki disiplinin birbirlerine etkilerini görerek ilerlemek benimsediğimiz çalışma yönteminin temelini oluşturuyor.
Aslında bizim çelik yapılarla ilk tanışmamızdan başlayarak anlatalım, çünkü henüz yeni mezun mimarlar olarak bu ofisi kurmamıza da vesile olan bir yarışma projesiyle mümkün oldu bu. Bolu Ticaret ve Sanayi Odası yeni hizmet binası için bölgesel bir yarışma açılmıştı, 2006 yılında. O yarışmayı kazandık ve sonrasında uygulama projelerini çizmek üzere ofisimizi kurduk.
Bildiğiniz gibi 1999 depremini çok ağır geçirmiş bir kent Bolu. Ticaret ve Sanayi Odası gibi kurumların küçük ölçekli kentler için gündemi belirleyici bir yanı var, bu yüzden deprem sonrası henüztoparlanmaya başlayan kente öncü bir yapıkazandırabilmek adına çelik bir bina tasarlamayı istedik. Proje süreçlerini elimizden geldiğince sağlıklı bir şekilde yürütmeye çalışmamıza karşın yapının uygulama sürecinde çeliğin zannettiğimizden çok daha az bilinen bir sistem olduğunu fark ettik. İdare tarafından binaya betonarme bir yapı gibi davranıldı. Bu süreçte şunu gördük ki; eğer bir çelik sistem söz konusuysa işveren başta olmak üzere tüm proje ve uygulama ekiplerinin çelik yapı yapma bilincine sahip olması lazım.
Kritik bir cümle bu "Betonarme gibi davranıldı" dediniz, açar mısınız burayı biraz?
Emre Torbaoğlu: Şöyle ki; çelik bir yapının nasıl bir sistem kurgusuna sahip olduğu, nasıl bir maliyetle karşılanabileceği gibi temel unsurlar tam olarak anlaşılamadan uygulamaya geçildi. Biz öncelikle sistemin anlaşılması yönünde çaba harcadık, fakat; maliyet analizleri alışılageldik betonarme yapım süreçleri baz alınarak oluşturuldu. Nihayetinde doğru bir bütçe planlaması yapılamadı ve hızla başlanan uygulama süreci çelik iskelet tamamlandıktan sonra yarıda kaldı. Bu durum yaklaşık 3 yıl kadar sürdü maalesef. Biz kentte bir vizyon ortaya koymak isterken, tüm kentin psikolojisini sarsan moral bozucu bir durum ortaya çıktı.
Talihsiz bir başlangıç olmuş. Oralardan nasıl dönüldü sonra ki yapı bitirildi?
Emre Torbaoğlu: Geçen süre içinde bir yönetim değişikliği oldu ve binayı toparlama konusunda kararlı davrandılar. Fakat bu toparlama sürecinde de idarenin bakış açısında bir değişiklik olmadı. Giderek tasarımdan uzaklaşıldı ve kendimize ait hissedemediğimiz bir bina ile karşı karşıya kaldık. Çeliğin iç mekan atmosferini belirleyici etkisi, bloklar arası bağlantılar, iç boşluklar gibi detayların bir bölümü kayboldu uygulama aşamasında.
Evrim Akcan: Gerçekten bize ait bir binaymış gibi hissetmiyoruz ve unutmak istiyoruz bu süreci. Proje bir tarafta, uygulama bambaşka bir tarafta oldu.
Daha ilk projenizde çelik yapının Türkiye’deki tüm zorluklarına şahit olmuşsunuz. Fakat yine de bir uzaklaşma olmamış sizlerde, üzerine üzerine gidip yeni çelik yapı tasarımlarının içinde kalmışsınız, bu değerli. Değil mi?
Evrim Akcan: Nerede yanlışlık olduğununbilincinde olduğumuz için böyle düşünmedik. Çelik değildi oradaki problem, sistem problemi vardı. Doğru bir ekip olmadığı için tatmin edici bir sonuç alınamadı. Çelik çok gelişmiş, büyük özgürlükler getiren bir sistem ama aynı zamanda detay ölçeğinde hassasiyetle düşünülmesi gereken de bir sistem.
Emre Torbaoğlu: Her ne kadar zorlu bir süreç olsa da BTSO projesi sayesinde çelik sistemi tanımış olduk. Dolayısıyla bu bilgi birikiminin ve deneyimin yeni tasarımlarda yol gösterici olması gerektiğine inandık. Sonrasında da mümkün olabilen işlerde çelik sistemler kullanmayı tercih ettik.
Bu yapıdaki deneyimlerinizle sonrasında hangi çelik yapılar geldi önünüze, onlardaki süreçler nasıl gelişti?
Emre Torbaoğlu: Yakın zaman önce tamamlanan spor salonu projemiz var. Bunun dışında geçen dönem Beylikdüzü Belediyesi için hazırladığımız bir ana okulu projesi ve bir kaç mahalle muhtarlığı var. Şu anda Yuvacık-İzmit’te çok amaçlı etkinlik yapısı olarak tasarladığımız Olimbera isimli eğitim koordinasyon merkezinin uygulaması devam etmekte. Spor salonu dışında sözünü ettiğim projeler küçük yapılar.
Çelik yapı denilince ilk olarak mega strüktürler, büyük ölçekli binalar gelebiliyor akla ama sistem seçiminde yapının niteliği bize göre daha belirleyici.
Böyle bir bakış açısıyla hareket ettiğinizde çelik sistem kullanma şansınız her zaman olabiliyor.
Son zamanlarda gerçekleştirdiğimiz işlerden bir diğeri de geçen ay derginizde yer verdiğiniz 270° Sivrihisar. Bu projede çelik tercih etmemizin temel sebebi karakteristik bir topografya üzerinde geçiciliğe imkan veren, günün birinde kaldırdığınız zaman doğal kaya dokusunda hiçbir olumsuz etki bırakmayacak bir sistem olmasıydı. Söyleşinin başında sözünü ettiğimiz kolektif üretimin işin başından itibaren yoğun olarak yaşandığı bir tasarım süreci geçirdik, ilk etapta statik tasarım ekibiyle sonrasında da saha ekibiyle iyi bir koordinasyon içinde çalışarak işi tamamladık.
Bahsettiğim tüm projelerin tasarım ve uygulama süreçlerinde öğrenmeye devam ettik; her proje kendi içinde farklı dinamikler barındırıyor ve bu durum sizin sürekli gelişim içinde olmanızı sağlıyor. Tek başına mimarlık ya da tasarım değil konu, tüm disiplinlerin etkileşim içinde olduğu bir proje planlaması uygulama aşamasının da sağlıklı yürüyebilmesi için bir gereklilik.
"Malzeme yalınlığı" diyorsunuz internet sitenizde, malzeme yalınlığına değer vermek nasıl bir şeydir? Bu söyleminizi çelik malzeme için değerlendirmenizi istesek sizlerden?
Evrim Akcan: Aslında bence çelik yapı tek başına değil de konunun çelikle nasıl bağdaştığıdır esas mesele. Malzemeyi kısmen göstermek, açık bırakmak ya da çeliği başka malzemelerle bir arada kullanmak gibi de olabilir. Yani kompozisyonu ne oluşturuyor, ne amaçla bu kompozisyon gerçekleştirilmek isteniyor, ona göre değerlendiriyoruz.
Çelik söz konusuysa doğrudan her şey açıkta olmalı diyemiyorum, ama genel tavır olarak malzemeyi gizlemekten yana değil de dengeli bir şekilde neyse onu göstermekten yanayız.
Emre Torbaoğlu: Konulara bütüncül olarak bakmaya çalışıyoruz, çeliği salt taşıyıcı ya da geniş açıklık geçme elemanı olarak değil de, iç mekana katkıları, kütleye ve cepheye etkileri üzerinden de değerlendiriyoruz. Binanın karakterinin nasıl olması gerektiğini sorgularken bunu bir malzeme fetişizmine dönüştürmeden, malzemenin gerektiği kadarıyla algılanıyor olmasını sağlamak, çağın yapı teknolojilerini yansıtan karakterini öne çıkarmak yeterli geliyor bize.
Zorlayıcı bir yanı var mıdır çelik yapının tasarımcıya? Yetersiz hisseder misiniz ya da soru işaretleri oluşturur mu tasarım aşamasında konu çelik olunca?
Evrim Akcan: Tek başına bir insanın her şeyi biliyor olması mümkün değil. Bize Mimar Sinan Üniversitesi’nde de bu öğretildi. Bilgiye saygı aslında. İnşaat mühendisi bu konuda eğitim alıyor biz genel bir statik bilgisi ediniyoruz, ama inşaat mühendisi kadar detaylı öğrenmiyoruz. Dolayısıyla güvendiğiniz tecrübeli bir ekip ile çalışıyorsanız çelik yapı yapmaktan korkmuyorsunuz. Statik ekip de mimari projeye destek olacak bir potansiyele sahipse o zaman arada güven bağı oluşuyor ve endişeler azalıyor. İşte Bolu’daki gibi olsa orada kalırdık zaten, bütün ekiplerle denedik olmuyor diye devam etmeyebilirdik, ama biz artık doğru insanları arayarak, bularak daha emin bir şekilde ilerleyebiliyoruz.
Emre Torbaoğlu: Okul döneminde çelik bilgisi derinlemesine verilmiyordu açıkçası ama Evrim’in projesini hatırlıyorum, Kuzguncuk’taki tekel depoları için bir iç mekanprojesi hazırlamıştı. Çelik olarak tasarladığı bir projeydi ve çizerken bile, el çizimi, kullandığı profillerin projeyi ne kadar estetik gibi görünüyor. Çünkü çelikte o detayları betonarmede olduğu gibi standart kalıplar içinde uygulayamıyorsun, her malzeme için detaylar farklılaşabiliyor ve dolayısıyla bir emek gerektiriyor. Belki o açıdan uzaklaştırıyor insanları, zaman kaybı gibi görüyorlar ama çelik tasarım isterseniz hızlıca da çözülebilecek bir şey. Aslında keyifli kısım da burada, o detayın nasıl olduğunu düşünmek keyiflidir, ben kendi adıma keyif alıyorum detay çözerken.
Emre Torbaoğlu: Bu konuda spor salonu projemiz üzerinden bir örnek verebilirim. İşe başlanırken bizden bağımsız yapılan tüm fizibilite çalışmaları betonarme bir yapı öngörüsü üzerinden hazırlanmış ve sadece çatının çelik olması planlanmıştı.
Projeye başladıktan sonra karma bir strüktür sisteminin mekan organizasyonu açısından belli avantajlar sağladığını fark ettik ve işverene tüm ana hacim, fuaye ve cephe sistemleri ile birlikte yapının bellibir kottan sonra çeliğe dönmesi gerektiğini anlattık. İlk anda olmasa da belli bir süre sonra işverenimizi bu konuda ikna etmeyi başardık. Tabii o ikna sureci kolay olmuyor, neyi göze aldığını iyice anlaması gerekiyor işverenin. En son gelinen noktada, zaman burada en önemli kıstas oldu doğrusu, zamandan tasarruf ederek işin ekonomisini dengeleyebileceklerini düşünerek kabul ettiler.
Mimar Elif Özdemir’den danışmanlık alarak çelik strüktür tasarımını statik ekip ile birlikte çözümledik. Taşıyıcı elemanların kesit formlarını iç mekandaki etkileri de gözeterek biz belirledik diyebilirim, ona da imkan tanıdı statik firma, birlikte iyi bir işbirliğiyle ortaya çıktı yapı.
Bu Spor Salonu projenize dergimizde tüm teknik detaylarıyla da ayrıca yer vereceğiz, ilginç bir çelik yapı. Çelik yapının malzemesinden başlayıp, uygulayıcısına kadar birçok alanı var, bu alanlarda ürün-hizmet sunan kuruluşları var. Bu ürünleri hizmetleri mimar olarak tanır mısınız? Ya da bu kuruluşların sizinle bir tanışıklığı var mıdır, gelirler mi sizlere, iletişim var mıdır aranızda? Bu bölümler sadece mühendis üzerinden mi ilerler?
Emre Torbaoğlu: Açıkçası bu ilişkilerin sağlıklı yürüdüğünü söylemek pek mümkündeğil. Bizim için genellikle proje özelinde kurduğumuz ilişkiler belirleyici rol oynuyor tasarım aşamasında. Kullanacağımız malzemenin imalatına kadar gidip görmek istiyoruz, hangi ihtimaller var, bizim düşünemediğimiz neler olabilir diye detaylı bakmaya çalışıyoruz. Yeri geliyor cephe malzemesi üreten firmanın fabrikasına giderek büküm detaylarını konuşuyoruz. Taşıyıcı çelikte ise şöyle bir durum var maalesef, sanayi tipi yapı üretimi yoğunluğundan dolayı standartlaşmış profiller yaygın olarak kullanılıyor ve bu alandaki ticari sirkülasyon da yeterli geliyor üreticifirmalara. Yenilikçi sistemlerin gelişmesiiçin belki mimarların da sektöre itekleyicibir şeyler söylemesi lazım. Bu anlamda birkopukluk olduğunu söyleyebilirim.
Evrim Akcan: Biz talep edersek, araştırıp bulursak, nadir de olsa geliyorlar. Daha çok biz araştırıyoruz, buluyoruz onları. Oysaki; proje bazlı görüşmeler dışında mimarlar ve sözünü ettiğiniz kuruluşlar arasında periyodik bilgilendirme toplantıları organize edilebilse çok faydalı olur. Yurt dışında gördüğümüz ve beğendiğimiz, iç geçirdiğimiz malzemeleri burada bulabilmek, bulsak yor.
Bu konularda karşılıklı görüşmeler ve yönlendirmelerle daha nitelikli bir mimariüretimden bahsedebiliriz belki.
Emre Torbaoğlu: Herhâlde bugüne kadar yaptığımız bütün çelik yapılarda imalat aşamasında işverenlerin kendi tercihleri ile yol alındı. Bu bizi endişelendiren de bir durum yaratıyor bir yandan. Neyin ne kadar, nasıl anlaşıldığını, mühendislik aşamasından sonra uygulama aşamasında da yakından takip etmeyi gerektiriyor. Tabi şantiyede sık kontrollerle olabiliyor bu. Bazen majör hatalarıdoğru zamanlarda yerinde bulunarak önlediğimizi söyleyebilirim.
Örneğin 270° Sivrihisar yerine göre terzi hassasiyeti ile yapılmış bir iştir. Bizim içinçok değerliydi ve onun için uygulamayı yapacak olan firma da çok kritikti. Belediye Aksaray’dan bir firma önerdi, tabii bizde bazı soru işaretleri oluştu önce. Fakat orada öyle bir firma çıktı ki karşımıza, şaşırttı bizi. İşe başlarken tasarımın kağıt üzerindeki gibi çıkmama ihtimalini yüksek görüyordum ama firma ciddi bir hassasiyet göstererek, büyük bir özenle çalışarak işi yerinde bire bir çıkardı diyebilirim.
Dolayısıyla bu tecrübeler de önemli. "Biz hiç böyle işler yapmıyoruz, genellikle sanayi tipi yapılar inşa ediyoruz, bu farklı bir iş" diyerek “bu işi çok düzgün yapmalıyız” gibi bir motivasyon ile işi yürüttüler. Yapının çok zor bir topografyada olmasına rağmen iyi bir iş çıkardılar doğrusu.
Buradan Türkiye’de çelik yapıların toplam yapı sektöründe aldığı payın çok düşük kalmasının nedenlerine ilerlesek, neler sıralarsınız? Neden gelişmiş ülkelere göre çok yetersiz mertebelerde kalmıştır çelik yapılar sizce?
Evrim Akcan: Ağırlıklı olarak konuta endeksli bir yapı üretim sistemimiz var, daha çok konut yapısı inşa ediliyor, onun da en hızlı yapılma yöntemi betonarme diye düşünülüyor, her şey belli, gelenekselleşmiş. Konut dışı spor ya da kültürel yapılar gibi kamusal yapı yoğunluğunun düşükolmasından dolayı çelik yapıları çok fazlagöremiyoruz çevremizde. Yapılan yatırımlar ülkenin geleceğine değil de sermayeye dönük yapılıyor çoğunlukla. Siz sorana kadar çok da üzerinde düşündüğüm bir şey değilmiş demek ki, ilk anda aklıma gelenler bunlar.
Emre Torbaoğlu: Ülkedeki kültür kodlarıyla da ilgili bir şey belki. Mimarlık ne kadar algılanıyor derseniz de ciddi bir tartışma konusu olur. Genelde mimarlık denilince insanların zihninde ana akım mimarlık üretimi canlanıyor. Ama bizim mimarlık algımız bu şekilde değil. O yüzden çelişkili bir durum var ve o çelişkinin içine çelik de düşüyor bence. Çelik yapı tasarımları yenilikçi bir bakış açısı gerektiriyor. Biraz keşfedici, sorgulayıcı eleştirel bir bakış açısı. Böyle bir eksikliğimiz var toplum olarak, öncelikle bunun gelişmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Aslında görmeye başladılar diyebiliriz sanırım. Biraz da zorunluluktan olsa da epey bir çelik yapımız oldu son dönemlerde, havaalanları, stadyumlar, spor salonları gibi. Beğendiğiniz var mıdır bu çelik yapılardan? Sonrasında da yurt dışında dikkatinizi çeken, etkilendiğiniz çelik yapıları sorsak, neler gelir ilk anda aklınıza?
Emre Torbaoğlu: Evrim ile birlikte ziyaret ettiğimiz TU Delft Kütüphanesi geliyor ilk olarak aklıma. Oradaki iç hacmi görmek bizi çok etkilemişti. Çatı yüzeyinin bir
peyzaj unsuru olarak kente katılması, oldukça ağır bir konstrüksiyona sahip bu çatı plağının narin kolonlarla taşınıyor olması ve böylece iç hacimde ortaya çıkan hafiflik hissi etkileyiciydi. Çatı plağını delip geçen konik prizmanın iç mekan kurgusuna katkısı ile doğal bir aydınlatma imkanı sağlıyor oluşu da hatırımda. Bu yapıyı görmek çeliğin olanaklarını anlamamız adına iyi gelmişti bize.
Bir diğeri Elif Özdemir’in Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüs yapıları. Orası bir yapı okulu gibi aslında, çelik sistemi anlamak için çok iyi bir örnek. Temel detay bilgileri içeriyor ve o anlamda oldukça öğretici.
Evrim Akcan: Yine aynı gezi sırasında ziyaret ettiğimiz Rem Koolhas'ın Utrecht'te yapmış olduğu Educatorium binası var. Konferans salonunun eğimli döşemesinin bir konsol yaratarak kütleyi biçimlendirmesi ve bu konsolun altında oluşan sosyal alan kurgusu bir binanın bütüncül bir hacim olarak ele alındığında nasıl sonuçlar verebileceğine dair iyi bir örnekti. Şeffaf ve opak camlardan oluşan bir kompozisyona sahip cephe sistemi ve bu durumun içerde bir şeyler oluyor ama neler oluyor gibi bir algı oluşturması da etkileyiciydi. Bir akşam saatinde etrafında dolaşarak yapıyı keşfetmeye çalışmıştık. Anlamaya çalışırken heyecan duymuştuk. Çeliğin forma girebilen bir malzeme olduğunu gösteren iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Atölye Kolektif’in çalışma alanlarına baktığımızda erken işçi konutları, vakıf binaları ya da arkeolojik kazı alanları gibi geçmişin yapıları üzerine çalışmalar yaptığınızı anlıyoruz. Bu konularda da çelikle yapılabilecek çok ama çok şey olduğundan hareketle sormak isterim, neden yapıyorsunuz bu çalışmaları?
Emre Torbaoğlu: Bu öğrencilik dönemimize uzanan bir konu. Biz okuldayken aldığımız eğitimi sorgulayan öğrencilerdik. Dolayısıyla okuldaki teorik bilginin yanındakendimize alternatif bir pratik alanı açmaya çalışmıştık. Gönüllü olarak arkeolojik kazılara ve yüzey araştırmalarına katılmaya başladık yaz dönemlerinde. Kemaliye’de iki yıl kesintisiz sürdürdüğümüz, belki bir nevi “Kentsel doku analizi” olarak tanımlanabilecek ama içinde birçok disiplini barındıran, disiplinler arası çalışma yöntemlerini ve mimarlığın ara kesitinde duran diğer disiplinlerin neler olduğunu keşfettiğimiz, meseleye nasıl bakmak gerektiğini anlamaya çalıştığımız bir atölye dönemi var. Oralardan başlayarak kendimize bir bilgi üretim alanı açmaya başladık. Bu deneyimler bize mimarlığa salt bir yapı tasarımı olarak değil de bir bilgi üretimi alanı olarak da bakmayı öğretti. İnsanın özü değişmiyor, zamana göre adapte oluyor ama insan eylemlerinin en temelde mekanı nasıl biçimlendirdiği, dönemsel olarak yapı özelliklerinin nasıl geliştiği, bugünlere nasıl gelindiğini anlamaya çalışmak halen daha beslendiğimiz en önemli kaynak.
Evrim Akcan: Nefes aldırıyor aslında bunlar bize. Yani piyasada bir yapı yapmanın ötesinde bir şeyleri keşfetmeyi sağladığı için, bu sorgulama da, öğrenme de devam ediyor bizde. Yenikapı arkeolojik kazı çalışmalarında yer alan ilk mimari ekiptik. 2,5 yıl boyunca o arkeolojik alanda rölöve çalışmaları yürüttük.
Emre Torbaoğlu: Arkeolojik veya özgünyerleşim dokularına sahip kültürel alanlardabazen yerel yönetimlerin bazen de arkeoloji müzelerinin daveti ile çalışma imkanı buluyoruz. Son olarak Yenikapı Avrasya Tüp Geçiş projesi kapsamında yürütülen kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan çok özel bir mendirek yapısı üzerine çalıştık. Ahşap sandıklardan oluşan, içleri taş dolgu olan bir yapıydı. Bu yapı “batardo” yapım tekniği ile inşa edilmiş, dünyada varlığı bilinen ama henüz bir örneğine somut olarak rastlanmamış bir su yapısıydı. İsrail’deki su altı arkeolojik araştırma kazılarında temel izlerinden yola çıkılarak illüstrasyonlarıyapılmış, ancak böyle bir yapım sistemi olabilir diye üzerinde düşünülüp resimlemesiyapılabilen şey, İstanbul’da somut olarak ortaya çıkarıldı. Aslında şunu vurgulamak da iyi olabilir, başka bir yerde böyle bir yapıile karşılaşılsa o yolun güzergâhı değiştirilirdi tahminimce. Ama bizde maalesef kazının hemen sonrasında iş makineleriyle parçalanarak ortadan kaldırıldı. Bu çalışma sırasında en azından bu yok edilen alan bilimsel olarak belgelendi ve akademik ortamda kullanılabilecek bir envanter ortaya çıkmış oldu.
Evrim Akcan: Biz orada ölçü alırken yanımızda yıkım araçları bekliyordu, iş oraya gelip dayanmıştı. Yol kazının içine kadar gelmişti, mendireği yolu geçmek için kaldırılması gereken bir engel olarak görüyorlardı ve bizlerden de işimizi hızla bitirmemizi istiyorlardı. Bu tür alanlarda çelikle yapılabilecek çok şey var dediniz ama bu kamuya ait bir karar aslında. Onu korumak, oradaki yolu değiştirmek demekti ve kimse bunu tercih etmedi. Bu türden arkeolojik alanların koruma örtülerinde çelik sistemler kullanılıyor ve Türkiye’de de bunun iyi örnekleri oluşmaya başladı aslında. Ama özellikle işin kamu ayağında bir koruma bilincinin yerleşmesi gerekiyor.
Bizler burada bambaşka tuhaflıklarla uğraşıyoruz ama dışımızdaki dünya durmuyor.
3D yazıcılardan çıkan yapılar, temelsiz hareketli yapılar, bir yerlere gidiyor yapı sektörü ve bunların büyük çoğunluğu çelik malzemenin avantajlarıyla yaratılan yeni çelik yapılar. Ne bekliyorsunuz sizler çelik yapı alanında nasıl gelişmeler olur ileri zamanlarda? Dünyada neleri görmeye başlarız, Türkiye’de nasıl ilerler?
Emre Torbaoğlu: Aslında bu soruya cevap vermek için biraz gerilere gitmek iyi olabilir. 60’larda savaş sonrası dönemde üretilen ütopik kent hayalleri vardı, bu hayalleri belki bugün değil ama yakın bir gelecekte görmeye başlayabiliriz gibi geliyor bana. İlerleyen teknolojiler, yapım sistemleri ile şimdiye kadar düşüncede kalan ütopyaların yapılmaya başlandığını göreceğiz sanıyorum.
çözülmesi gerekiyor. Çeliğin mimarlıkta, tasarımda, toplumda bir yer etmesi lazım. Bir takım iyi denemeler var ama bunların kısa zamanda yaygınlaşacağına dair tereddütlerim var.
Evrim Akcan: Yönetimlerin mimarlığa bakışları ile şekillenebilecek bir şey bu söylediğiniz. Yani politik de bir durum bir yandan. Doğrudan topluma fayda sağlayan işlerin artmasını sağlamaya çalışmalıyız; fakat şu anda sektöre yarar
sağlayan hizmetkarlar oldumimarlar. Mimarın duruşu da değişti konumu da. Ben politikadan bağımsız düşünemiyorum. Çelik yapı da butik bir üretim olarak kalır herhalde bu işleyiş değişmezse.
Emre Torbaoğlu: Yönetmelikler de ona itiyor bazen.
Evrim Akcan: Evet ama öyle mi gerçekten tam emin olamıyoruz.
Yönetmeliklerdeki sorun ne, ne değişsin istersiniz?
Emre Torbaoğlu:. Ana akım inşaat faaliyetine dönük kıstaslar yönetmelikler açısından belirleyici oluyor diye düşünüyorum. Betonarme sistemler ve yoğun yapılaşma koşulları gözetilerek hazırlanan imar yönetmelikleri var tabi olduğumuz. Halbuki bunlar dışında kalan yapı gruplarına göre de, örneğin tekil ve küçük ölçekli yapılar için, çelik veya ahşap yapılar için farklı yönetmelikler de hazırlanabilir veya mevcut yönetmelikler içinde buna dönük alt kategoriler oluşturulabilir.
Çelik yapılar üzerine çok severek çalışmamızla birlikte kurul normları, belediye yönetmelikleri vs. dolayısıyla problemli hale gelebiliyor işler. Mesela şu anda Balat’ta, Ortaköy’de uygulamasını yapmak istediğimiz çelik takviyeli işler var.
Çeliği karma yapı sistemi içinde değerlendirmek olası ve bu bilgi aslında çok özel bir şey değil. Çelik için iyi bir kullanım alanı olabilecek eski eser uygulamalarında karar mekanizmaları kısıtlı bir bakış açısı ile hareket ediyor maalesef.
Evrim Akcan: Biz yapmak istesek de yaptırılmıyor, biz yapmak için uğraşıyoruz ama bürokratik kalıplar buna izin vermiyor.
4 sene 80 metrekarelik bir iş için uğraşıyorsunuz ve yapılamıyor, bunlar çok anlamsız süreçler. Koruma bilincine sahip mimarlar olarak bu türden uygulamalarda artık çağdaş yapım tekniklerine de yer verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çeliğin sınırsız imkanları varken bunu mimari üretimin her alanında değerlendirmek gerekir elbette.
Çelik kullanımına hak ettiği şekilde daha esnek bakılabilmesini, mimari kararların önemsenerek değerlendirilip çözümlenmesini bekliyoruz.