Yayınlar > Çelik Yapı Sohbetleri
10.08.2010
Orhan BALTACIGİL: “68 Ruhu çeliği sever”
Mimar Orhan Baltacıgil gerçek bir 68'li. Nasıl sosyalizmin sonunda devlet olmayacak denilirse, mimarlığın sonunda da binalar olmayacak diyebiliyor. Mimarlığın Türkiye'deki uygulanış tarzını ilkel bulduğu için uzun süre uzak durduğu mesleğine çelik olmak kaydıyla geri dönen Baltacıgil'le mimarlık, çelik yapılar deprem, doğa, İstanbul'un yapı stoğu üzerine öneriler ve daha bir çok konuda keyifli bir röportaj yaptık. Orhan Baltacıgil'in Koşuyolu Evleri Mimarı kimliğinin ötesini merak edenlere.
Bir yapının malzemesine karar veren kişinin mimar olduğundan yola çıkarsak Türkiye'de çelik yapıların bu düzeylerde seyretmesinin sorumlusu da onlar olsa gerek. Neden mimarlar çeliğe karşı ilgisizle?
Mimarların eğitiminde bir eksiklik var diye gözlemliyorum. Burada okumadım ama birlikte çalıştığım genç arkadaşlarımdan öğreniyorum bunu. Mimarların malzeme düşünmek gibi bir yükümlülüğü olduğu burada öğretilmiyor onlara. Mimar mimarisini çizer diyorlar, bu ne demekse. Mühendislerimizde onu yönetmeliklere uygun hale getiriyormuş. Sanki mimarın bunun dışında sorumluluğu yok gibi gözüküyor. Mühendislerimiz de genel eğilim nedeniyle sadece betonarme ile çözüyorlar işi. Her depremde biraz daha kolonları kalınlaştırıp biraz daha çelik çimento ekleyip gidiyorlar. Binayı biraz daha ağırlaştırarak betonarme ile ucubeler yapıyorlar. Almanların kurduğu betonarmenin mucizevi bir buluş olarak algılandığı dönemlerden kalan bir ders anlayışı var hala bizim üniversitelerimizde. Fransa ve Almanya bundan vazgeçip diğer alternatifler doğru döndüler ama bizde buna gerek duyulmadı bile. Betonarme Kürsüsü var Türkiye'de.
Siz mimarlık eğitimini nerede aldınız?Burada okusaydınız sizin için de önemli beton mu olurdu?
Ben Paris'te okudum. Liseden sonra oraya gittim. Benim tamamen tepkisel oldu çeliğe yönelmem. Mimarlığın Türkiye'de uygulanış tarzı çok ilkel göründü gözüme. Yollar betonlar binalar tahta kalıplar bir daha kullanılamayan duyarsız malzemeler ilkeldi her şey. Biraz da 68 döneminde Güzel Sanatlara girdim, o zaman geleneksel olarak burjuvazinin sorgulandığı bir dönemdi. Mimarlık da hücum edilen bir kavramdı o yıllarda. Eleştirel bir bakış kazanmama yardımcı oldu orada o dönemde bulunmam. Buraya dönünce Türkiye'deki koşulları hiç beğenmedim. Başka işler yaptım, hiç uğraşmadım mimarlıkla. 20 yıl yapmadım bu işi. Turist rehberliği yaptım mesela. Kapadokya'yı keşfetmek benim için özeldi. Orada mesela hiç malzeme kullanmadan şehirler yapılabildiğini çok rahat görüyorsunuz. Bugünkü minimalist akım, metaboliistik mimari diye bir şey çıkardılar, ergonominin getirdiği boyutlarda binalar yapmak, yer yok, nüfus çok diye, Şimdi dünyada büyük bir yenilik denilen şeyi aslında Kapadokya'da yıllar önce yapmışlar. Mimarlığın tanımını orada yeniden yapmak fırsatı buldum.
Nasıldı bu tanım?
Mimarlık bina yapmak değil sosyalizmin sonu devleti ortadan kaldırmaktır ya mimarlar da binaları kaldırmalı sonunda. İnsanların her durumda yaşıyabilir hale getirmek gerekebilir. Mimarlık bir zamanlar gösteri sanatı olmuştur ama çıkış noktasında bu yok. Barınma var onun yerine. Bunun için mekanı oluşturuyorsunuz. Bu aslında hala değişmedi. Gelinmesi gereken nokta bu. İnsanların çoğalan ihtiyaçlarını karşılayacak bir mekan yaratılmalı. Nereden gelip nereye gittiğimizi bilirsek bu arada yaptıklarımızdan da sorumlu oluruz.Az kalıntı bırakacak dünyayı kirletmeyecek, bozmayacak işler yapmalıyız. Beton bu anlamda çok sakıncalı, Doğal kaynakları yok ediyor, Binlerce yılda oluşan doğal malzemeleri alıp fütursuzca kullanıyoruz. Yeniden kazanılması mümkün olmayan bir malzeme . Bunu ne kadar az kullanırsak o kadar iyi diye düşünüyorum, Çelik ise tam tersine en mantıklı malzeme, yeni cevher bile çıkarmıyorlar artık, kullanılmış çeliği dönüştürüyorlar.
Sizin çeliği seçmenizde çevre duyarlılığı rol oynuyor o zaman.
Benim ilk tepkim mimarlığa karşı bir tepkiydi. Bu betonarme mimarlığa karşı. Yıllar sonra ise bir teklif geldiğinde çelik yaptım ve gördüm ki, çelik benim diğer kaygılarıma da cevap veren bir malzeme. Çeliğin mimarlık yapmak için iyi bir malzeme olduğuna inandım ve böyle gidiyorum işte.
Uzun yıllar meslekten uzak kaldıktan sonra çelik yapı gibi teknolojik boyutu olan bir alandan giriş yapmakta zorlanmadınız mı? Teknolojinin gerisinde kalmaktan korkmadınız mı?
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler. Ben Abdurrahman Çelebiyim.Elbette ki yurt dışında çok büyük ilerlemeler kaydedildi. Arz talep meselesi bu. Mimar ben şunu istiyorum dediğinde harıl harıl çalışıp malzeme üreten firmalar var oralarda. Biz de böyle değil. O anlamda ortam olsa daha ilerleyebileceğimi biliyorum.
Türkiye'deki yapısal çelik malzemelerini nasıl?
Çeliğin en iyisini devlet yapıyor zaten. Ama kaliteli yerli ürünler ihracata gidiyor, piyasadaki ürünler ithal ve ucuz. Pek kaliteli olmadığı söyleniyor ama ne olursa olsun standartları var onların.
Dirençleri zaten kıyaslama götürmez, üretimden kaynaklanan bir kalitesi var çeliğin. Şimdi bir takım yassı ve tel ürünler geliyor onlar istenilen kalitede ve standartta. Çok fazla çeşit malzeme var önümüzde.
Ben çeliğin her seferinde farklı şekilde kullandım. Yüzde yüz çelikten yapılar da yaptım. Çeliğin bilinçli kullanılması gerekiyor. Uyduruk bir kaynakçı elinden çıktığında, eğer dikkat etmezseniz zamanla çürür. Yine de çelik her şeye rağmen sağlam bir malzeme.Bir tek boru bile depremde gördük bir çatıyı tutmuş ve içinden can çıkmış, bunun çok örnekleri var.Gölcük'te tamamen tek katlı evlerin bile yıkıldığı bir bölgede bir çelik tersane, muazzam yüksek, dim dik meydan okurcasına ayakta duruyor ve hiç deformasyon bile yok
Çok net olarak deprem varsa çelik olacak diyenlerdensiniz galiba.
Basit bir benzetme yapıyorum, iki katlı otobüsler de çelik profillerin kaynakla birleştirildiği kafesler aslında, yerine göre 80 kişi biniyor, hızla yollarda gidiyor, fren yapıyor, kaza dışında kimsenin aklına bu kat üzerimize çöker diye bir şey geliyor mu? Bunu betonarmeden yaptığınızı düşünün, mümkün değil. Çelik hafif çünkü .Hafiflik çok önemli. Depremde sonuçta bir salınma hareketi binaları yıkar. Özellikle son gelen büyük dalgalar hala ayakta kalan binaları da yıkar. İlk salınımda binalar titreşmeye başlayınca ters bir dalga boyunda en sağlam bina bile çelik değilse yıkılıyor. Burada tek avantaj hafiflik.Sonuçta betonarmede binlerce kilonun altına giriyoruz, baştan düşünmek lazım, barınmak için niye ağır şeyler yapıyoruz.
Mimarlarımız ülkenin aydın kesimi içinde önemli bir yer edinirler. Entelektüellerdir. Nasıl olur da bu kadar aymazlık içinde kalabilirler, deprem gerçeğiyle yaşanan bir ülkede çeliği dışlayıp betonun hakimiyetini destekleyebilirler? Oysa onların halkı yönlendirip çeliğe geçmelerini önermeleri beklenmez mi?
Mimarlığa yakışan eğlemler de kaygılar olur. Bizde imzacı mimarlar var. Müteahhitin isteklerini kabul etmezseniz başkası kabul ediyor. Mimarlık hor kullanılıyor ve bunu değiştirmek için de özel bir çaba yok. Ben bundan çok utanıyorum. Zaten bizim genel olarak bir kompleksimiz var. Şimdiye kadar gelen hocaların betonarmesi çok sağlam, çelik iyi bir şey olsaydı biz zaten geçerdik diyorlar. Yanarmış korozyona uğrarmış pahalıymış gibi iftiralar atıyorlar. Bunların hepsi balon. Nasıl yanarmış yanıp da eriyen bir çelik yapı gördünüz mü? Saç sobalar var, içinde odun yanıyor en basit örnek. Betonla koşullanmış kafalar çeliğe direniyor. Betonarmecilerin düşündüğü çelik farklı çok ağır kullanmaya kalkıyorlar, statik hesaplarını bütünüyle çeliğe uyarlıyorlar. Betonarmeciler kalın kalın yapmaya alışık oldukları için çeliği düşününce de kalın kalın tasarlıyorlar. Beton öyle bir koşullandırmış ki olmasa olmaz kalıplara sokulmuş, çeliğe geçince haliyle zorlanıyorlar. Çelikte ayrı bir düşünce uçarı bir yaklaşım lazım.
Tüm konuşma boyunca deprem ve çelik kelimeleri sık sık yan yana geldi. Depremlerde çok can kaybettik ve önümüzde de beklenen bir İstanbul depremi duruyor. Neler yapılabilir sizce?
Esas korkulan tarafı mevcut binalar. Yoksa bundan sonra yapılacak yapılar elbette ki çelik olacak diyorum. Asıl sorun; mevcut bina stoğu. Bu konuda çok kısıtlı imkanlarımızla ürettiğimiz şeyler var. Daha geniş kapsamlı araştırılması ve çözüm önerileri sunulması lazım. Ekonomistlerin çevrecilerin şehir planlamacıların kapsamlı çalışması lazım. Tüm binaların yıkılarak yeniden yapılması mümkün değil Kendi çabalarımızla düşündüğümüzde İstanbul'daki iki gruba ayırdık. Birinci grup Kadıköy yakasında gördüğümüz binalar. Her yerinden çıkıntılı kolonlar üzerine oturmuş binalar. Tamamen su içindeki yapılar o zamanın yönetmeliklerine göre ve o yönetmeliklerde de yüzde 70 çalarak yapılmış temelleri çok çürük yapılar. Ciddi korozyon sorunları var. Bu binalar nasıl toparlanabilir? Böyle müthiş bir bina deposu var İstanbul'da, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok.Deprem için son derece sakıncalı inşaatlar. Bu inşaatlara boyunluk gibi bir şey giydirebiliriz, binaları yıkmadan, insanlar içinde yaşarken, sadece çıkıntının altından çepeçevre bir boyundur luk gibi her şey yapmak. Altına gireceği yeri, temeli sağlam yapmak, dranajı yapmak, toprak içinde kalan çelik betonla onun içine basan binayı çepeçevre çevreleyen bir strüktür. Bu pahalı bir şey de değil. Çelik doğru hesaplandığı zaman pahalı değil. İkinci grup binalar daha çok Beyoğlu tarafında gördüğümüz birbirine yapışık eski binalar. Burada da tehlike var, Bu binalar depremde dalganın durumuna bağlı olarak birbirinden uzaklaşıp yaklaşırken birbirine toslayıp yıkabiliyorlar. Binaların içinde merdiven boşlukları var. Bu boşlukta bir çelik kule oluşturmak aslında iş. Merdivenleri çelik basamaklarla değiştirmek binanın içinde korunaklı bir alan diye düşünün, güvenli. Depremde merdivene gitme denir ama böyle yapıldığında merdivenler hayat kurtaran alanlar olabilir.
Bunlar yapılabilir. Bunu yapmak için Türkiye'de usta var. İşgücü var,teknoloji var, finansmanı için de bir miktar destek sağlanabilirse mevcut binalar da hayat kurtaracak bir çalışma olabilir bu.
Asırlar sonra yapılacak arkeolojik araştırmalarda içinde bulunduğumuz dönemin karanlık beton dönemi olarak adlandırılacağını söylüyorsunuz bir söyleşinizde bunu biraz açar mısınız?
Tarihin son derece geri kalmış karanlık dönemleri var. Biraz ondan esinlenerek Anadolu'nun tümünü ele alacak bir arkeolojik kazıda o katmanları inceleyenlerin böyle düşüneceklerini söylüyorum. Daha aşağı katmanlarda çok daha parlak dönemler bulacaklar oysa. Anadolu mimarlık açısından çok büyük bir kaynak. Şehirciliğin tanımlandığı bir ülkeden bahsediyoruz. Bütün bunların ardından betona gelecekler, yazık ki...
YORUMLAR
SİZ DE YORUM YAZIN
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Siz de yorumunuzu ekleyerek sitemizin içeriğinin zenginleşmesine katkıda bulunabilirsiniz.